Kürt sorununun çözümünde heba edilen süreçler 2025-05-09 09:23:08   İZMİR - Kürt sorununun çözümü noktasında gelişen süreçler, iktidarların adım atmaması ya da "tasfiye" hedefleri nedeniyle heba edildi. Gazeteci Amed Dicle, "İnkar ve imha durursa şiddet ve savaş da sona erer. Zihniyet değişimi yaşanmadığı sürece bir çözüm geliştirilemez" dedi.    Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana izlenen imha ve inkar politikaları, tarihsel Kürt sorununun daha da derinleşmesine neden oldu. Ülkeyi yöneten partiler değişti ancak Kürt sorununa dönük "güvenlik" yaklaşımı hiç değişmedi. Sorunu görmezden gelen ya da yok sayan hükümetler yok olup giderken, imha ve inkara karşı direniş de hiç son bulmadı.    Şêx Seîd, Agirî, Zîlan ve Dêrsim'deki direnişlerin kanlı bir şekilde bastırılması sonası 1973'te yeni bir örgütün temelleri atıldı. Abdullah Öcalan, 1973 Newrozu’nda Ankara’nın Çubuk Barajı'nda yaptığı 6 kişilik toplantı ile Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) temellerini attı. Öcalan ve arkadaşları, 27 Kasım 1978'e Amed'in Licê ilçesinin Fis köyünde PKK'yi kurdu.    PKK, 15 Ağustos 1984'te Sêrt'in Dihê (Eruh) ve Colemêrg'in Şemzînan (Şemdinli) ilçesinde ilk silahlı eylemini yaptı. PKK, dönemin hükümet yetkilileri tarafından "3-5 çapulcu, şaki, eşkiya" olarak nitelendirildi. İlk olarak PKK'ye 6 saat ömür biçildi. Sonrasında bu saat 72'ye, ardından 1 haftaya çıktı. Ancak 6 saat ömür biçilen PKK, 46 yılı aşkın bir süredir varlığını sürdürüyor.    Abdullah Öcalan'ın ortaya koyduğu paradigma milyonlar tarafından benimsenirken, Kürt sorununa dönük "güvenlik" politikaları daha da derinleştirildi. 3 Kasım 2002'de ülke yönetimine gelen AKP, ilk dönemlerinde demokrasi ve insan haklarına dair söylemlerde bulundu. Zaman zaman Kürt sorununun çözümü noktasında sözler verilse de saldırıların dozajı daha da arttırıldı.    Kürt sorununun çözümüne dair PKK'nin ilan ettiği ateşkesler de iktidarlar tarafından ya heba edildi ya da provokasyonlar nedeniyle başarıya ulaşmadı.    ATEŞKES SÜREÇLERİ    PKK ile devlet arasında kurulan ilk temas 1992'nin sonlarında, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın girişimleri üzerine oldu. YNK Lideri Celal Talabani'nin de aralarında olduğu bazı isimlerin arabuluculuğunda Abdullah Öcalan, 20 Mart 1993'de Lübnan’ın Bar Elias kasabasında bir basın toplantısı düzenledi. Öcalan, bu toplantıda 20 Mart ile 15 Nisan tarihleri arasında ateşkes ilan ettiklerini açıkladı. Görüşmeler devam ederken ateşkes 15 Nisan 1993'te iki ay daha uzatıldı. 2 gün sonra Cumhurbaşkanı Özal şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti.    Bu ateşkesi süreci "ilk barış süreci girişimi" olarak tarihe geçti. Ancak bölgesel gelişmeler ve Türkiye'deki paramiliter grupların da provokasyonlarıyla bu süreç başarısız kaldı. Bir yandan askeri operasyonlara hız verildi, diğer yandan yüzlerce köy yakılarak boşaltıldı.    Sürece başından bu yana karşı olan Süleyman Demirel, Özal sonrası cumhurbaşkanı oldu. Tansu Çiller'in başkanlığı döneminde Kürt iş insanları katledildi, binlerce kişi faili meçhul cinayete kurban gitti, köy yakmaları hiç durmadı.    İkinci ateşkes denemesi 15 Aralık 1995 tarihinde, üçüncü ateşkes ise 1 Eylül 1998 tarihinde gerçekleşti. Abdullah Öcalan, söz konusu tarihte MED TV'ye bağlanarak ateşkes ilan edildiğini açıkladı. Ateşkesten kısa bir süre sonra Abdullah Öcalan'a dönük komplonun startı verildi. Ateşkesten 40 sonra Suriye'den çıkarılan Öcalan, 15 Şubat 1999'da Kenya'da teslim alınarak, Türkiye'ye getirildi.    Dördüncü ateşkes 1 Eylül 1999’da ilan edildi. PKK'lilerin tamamı, 2002 yılı sonuna kadar Federe Kürdistan Bölgesi'ne çekildi. Ancak AKP iktidarı bu fırsatı değerlendirmedi.    OSLO VE 'ÇÖZÜM' SÜREÇLERİ    AKP, 2005'de PKK ile kısmi anlamda ilk görüşmelere başladı. 2007-2008 yıllarında dönemin müsteşar yardımcısı Hakan Fidan’ın, hem Abdullah Öcalan hem de PKK temsilcileriyle, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla görüştüğü ortaya çıktı. Norveç'in Oslo kentinde yapılan görüşmelere devlet adına dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, daha sonra MİT Müsteşarı olan Fidan, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ve başka MİT temsilcileri ile KCK’den Mustafa Karasu, Sabri Ok ve Zübeyir Aydar katıldı. Hakan Fidan, Oslo’dan sonra İmralı'ya giderek, Öcalan ile görüştü. Süreç iki tarafça "Çözüm Süreci" olarak adlandırıldı.    Hükümet heyeti ile HDP'nin İmralı Heyeti, 28 Şubat 2015’te İstanbul Dolmabahçe Sarayı'ndaki Başbakanlık Ofisi'nde "Dolmabahçe Mutabakatı" olarak bilinen ortak metin açıkladı. HDP Heyeti’nde Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken; hükümet heyetinde ise Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu yer aldı. Ancak 17 Temmuz 2015’te gazetecilere konuşan Başbakan Erdoğan, mutabakatı tanımadığını söyleyerek, masayı devirdi.    Bu süreçte HDP eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da aralarında olduğu binlerce siyasetçi tutuklandı. Ayrıca belediyelere kayyım atandı, mezarlıklar yıkıldı, kentler yerle bir edildi, onbinlerce kişi yerlerinden göç etmek zorunda kaldı, gazeteler, ajanslar ve dernekler kapatıldı.    BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM ÇAĞRISI   Küresel ve bölgesel gelişmelerin sıcaklığı bir kez daha Kürt sorununun çözümünü gündeme getirdi. Geçmişten bugüne tüm süreçlerin karşısında duran MHP'nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim 2024'de Meclis açılışında DEM Partililer tokalaştı. Hemen sonrasında yaptığı grup toplantısında ise Öcalan'ın "umut hakkı"ndan söz etti.    Bahçeli'nin açıklaması sonrası, 41 aydır haber alınamayan Abdullah Öcalan'ın yeğeni olan DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan ile görüşmesine izin verildi. Ardından DEM Partili Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, İmralı'ya giderek Öcalan ile görüştü.    HEYET ÜYESİ ÖNDER HAYATINI KAYBETTİ   27 Şubat'ta yapılan üçüncü görüşmede İmralı Heyeti genişletildi. Öcalan, heyet ile birlikte burada açıklama yaparak, "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" yaptı. Çağrının hemen ardından PKK ateşkes kararı aldı. Çağrının üzerinden 2 ay geçmesine rağmen devlet/iktidar tarafından somut adım atılmadı. DEM Parti İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder, 18 gündür tedavi gördüğü hastanede 3 Mayıs'ta hayatını kaybetti.     Oslo süreci ve çatışmasızlık süreçlerini kitaplaştıran gazeteci Amed Dicle, Kürt sorununun çözümüne dair geçmişten günümüze yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.    28 ŞUBAT SÜRECİ   Dicle, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan dönemlerinde yaşanan görüşmelere işaret ederek, "Turgut Özal öldükten veya öldürüldükten sonra süreç tümüyle bozuldu ve derin bir savaş konsepti devreye konuldu. Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güneş ve Mehmet Ağar, 1995'e kadar bu konsepti işletti. 1996'da Necmettin Erbakan, Suriye Devlet Başkan Yardımcısının üzerinden Abdullah Öcalan'a mektup gönderiyor ve bir çözüm arayışı için mesajlar veriyor. Öcalan'dan ise 'Siyasal çözüm ve barış adıma ne isterseniz onu yaparız' diye bir yanıt geliyor. Ardından 28 Şubat darbesi gelişiyor. 28 Şubat darbesi irticaya yönelik bir tedbir gibi ele alınsa da arkasında Kürt meselesiyle ilgili siyasi çözüm arayışı var. Mesele irtica olsa başka türlü de çözebilirlerdi. 28 Şubat'ı tetikleyen asıl mesele Erbakan'ın Öcalan'a gönderdiği mektuptur diye düşünüyorum" diye kaydetti.    Dicle, sonraki süreçte Bursa Cezaevi'nde tutulan Sabri Ok ve Muzaffer Ayata ile Avrupa'daki PKK temsilcileriyle görüşmeler yapıldığını, Ok'un devletin sağladığı telefonla Abdullah Öcalan ile görüştüğünü kaydetti. Dicle, bu süreçte uluslararası komplonun da planlandığını ve ateşkesten 40 gün sonra Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığını hatırlattı.    2013-2015 SÜRECİ    AKP yönetime geldikten sonra öncesi süreçlerin reddedildiğine dikkati çeken Dicle, "AKP iktidara gelene kadar Öcalan avukatları ve ailesiyle haftada 2-3 kez düzenli görüşebiliyordu. Ama Abdullah Gül başbakan olur olmaz 6 aylık bir tecrit uyguladı. O zaman PKK'yi nasıl böleriz diye plan yapıldı. PKK iç sorunlar yaşadı, kopanlar oldu, karşı yapılanmalara gidildi. Neticesinde Öcalan'ın perspektifiyle hareket yeniden toparlandı. 1 Haziran 2004'de yeni bir savaş süreci başladı. AKP'ye o dönem biçilen rol, sorunları şiddet yerine diyalogla çözmekti ve 2005'de aydınların devreye girmesiyle bazı mesajlaşmalar oldu. Ankara'da Erdoğan ile toplantı yaptılar, Erdoğan'ın aydınlar üzerinden gönderdiği mesajlar oldu. 2013-2015'de devam eden görüşmeler de bölgenin içinde bulunduğu durumla bağlantılı olarak gelişti" diye konuştu.    İktidarın bu süreçlerde "tasfiyeyi" hedeflediğini dile getiren Dicle, "Kürt tarafı bunu bildiği için sürece temkinli yaklaştı. Dolayısıyla Rojava'da örgütlenmeye, Türkiye'de siyasal mücadeleye ağırlık verdi. Kürt tarafı 7 Haziran 2015 seçimleriyle birlikte siyasal mücadelenin meyvesini aldı. Aynı zamanda da Rojava'da, Kobanê direnişiyle bir devrim gerçekleştirdi. Türkiye bu sürecin kendi planladığı gibi gitmediğini gördü ve süreç bozuldu. 2024 Ekim ayına kadar çok şiddetli bir süreç yaşadık" diye belirtti.    'BU SÜRECİN DÖNÜŞÜ YOK'    Bölgede yaşanan gelişmelerin her iki tarafa da çözümü dayattığını söyleyen Dicle, "Yıllardır bir taraf saldırıyor, bir taraf direniyor" dedi. Dicle, Abdullah Öcalan'ın "koşullar oluşursa süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekebilirim" mesajına işaret ederek, "Öcalan, Kürtlerin inkar ile yok edilemeyecek bir aktör olmalarını sağlamak istiyor. Bu aktörün (Kürtler), siyasi ve hukuki zeminde mücadelesini sürdürmeleri için yeni bir yol haritası veriyor. Kürtlere yeni bir mücadele stratejisini geliştiriyor. Devlete de savaş stratejisinden vazgeçmeleri gerektiğini, mesele PKK ve silahsa, bunları devre dışı bırakabileceğini söylüyor. Devlete onurlu bir çıkış sunuyor" şeklinde konuştu.    Öcalan'ın Kürtlerin haklarının Meclis çatısı altında konuşulmasını istediğini ifade eden Dicle, "Dolasıyla bu çağrı hem devletin paradigmasını değiştirmesi için bir adımdır, hem de Kürtlerin kendi paradigmasını değiştirmesi için stratejik ve derinlikli bir adımdır. Bu sürecin sonucunda şiddet ya da çözüm ne olursa olsun eskisi gibi olmayacaktır. Dönüşü olmayan bir süreçtir. Diliyoruz ki barışa ve siyasi çözüme evrilir. Ama eğer bu yaşanmazsa geçmişteki şiddet süreçlerini aratacak bir şiddet süreci olacaktır" ifadelerini kullandı.   KRİTİK NATO SÜRECİ   Hakan Fidan'ın süreç karşıtı olduğunu söyleyen Dicle, Erdoğan'ın hem Fidan'ın hem de sürece destek veren Devlet Bahçeli'nin yol haritalarını eş zamanlı işlettiğini kaydetti. Dicle, "Önümüzdeki süreçte hangisi gerekli olursa Erdoğan'ın eğilimi ona kayacak. Devletin şu anki görüşmelerde dayatmaları Kürtlerin Suriye'de bir statü kazanmaması üzerine. Erdoğan, İtalya dönüşünden sonra Suriye'de federatif bir yapıyı kabul etmeyeceğini söyledi. Bunun anlamı Suriye'de Kürtlerin statü sahibi olmasını istememektir. Oysa Suriye'nin yönetiminin nasıl olacağı kendilerinin alacağı bir karar. Suriye'de yarı üniter bir sistem kurulabilir. Halk Halep'te ya da Haseke'de valisini seçer, Kürtçe resmi dil olur. Bunlar tartışmaya açık konular. Fakat Türkiye'nin Kürt fobisi süreci tıkıyor. Türkiye'nin konsepti Suriye'nin kuzeyinde kendisine güneyinde İsrail'e, hegamonik bir alan yaratmak. Bu 'Siz, ben kuzeyde ne yapıyorsam karışmayın, İsrail de güneyde ne yapıyorsa ben de ona karışmayayım' anlamına geliyor. Bunun üzerine pazarlıklar yapılıyor. Hakan Fidan'ın planı bu. Erdoğan en geç 24 Haziran'da yapılacak NATO zirvesinde Trump ile görüşecek. Bu plan ABD tarafından kabul edilir, İsrail ile bir anlaşmaya varılırsa süreç sona erer. Bu yürümezse Türkiye'nin Kürtlerle uzlaşmak dışında başka bir seçeneği kalmayacak" değerlendirmesinde bulundu.    'ZİHNİYET DEĞİŞMELİ'    Geçmiş dönemlerde süreçlerin iktidarın adım atmaması nedeniyle tıkandığını kaydeden Dicle, şunları söyledi: "Esas mesele zihniyet meselesi. Bu süreçlerde devlet yetkililerini dinlediğinizde; olaya rasyonel yaklaşan, bu sorunun siyasi ve barışçıl yöntemlerle çözümünü isteyenler var. Eğer bir mizansen değilse. Bunun devletin kolektif aklını temsil edip etmediğinde emin değilim. Devletin handikapı, ne kadar rasyonel davranırsa davransın Kürtlere yönelik zihni kodlarını değiştirmemesi. Yani bir yandan Kürtlerin bir özne oluşunu inkar edemiyorlar, bir yandan da eşit bir muhatap olarak kabul edemiyorlar. Anladığım kadarıyla İmralı'da görüşülen konular sadece Türkiye içindeki Kürtlerle ilgili değil. Türkiye, Kürt sorununu kabul etsin, Kürtlere karşı inkar ve imha siyasetinden vazgeçsin, şiddeti devre dışı bıraksın. Zaten inkar ve imha politikası durursa şiddet ve savaş sona ermiş olur. Yani Kürtler Türkiye'ye karşı bir savaş ilan etmedi. İnkar ve imha politikalarına karşı bir savunma mücadelesine giriştiler. Eğer bu sorun çözülecekse bunun Suriye, Irak, İran ve Türkiye çözümü ile olur. Zihniyet değişimi yaşanmadığı sürece bir çözüm geliştirilemez. Hep dönüp dolaşıp, fırsat bulunduğunda Kürtlere vurma anlayışı devam eder. Geçmiş süreçler hep böyle oldu."    MA / Tolga Güney