İSTANBUL - Gazeteci Haydar Ergül, komplo sürecinde 50 gün birlikte kaldığı Abdullah Öcalan'ın çağrısına dair, "Meseleye yüzeysel bakıp sevinenler yarın çok üzülecek. Öcalan, bölgeyi çatışma, didişme ve savaş ortamından çıkarmaya çalışıyor" dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde 26 yıldır tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 27 Şubat’ta tarihi bir açıklama yaptı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Heyeti, söz konusu tarihte İmralı'da Abdullah Öcalan ile 3'üncü bir görüşme gerçekleştirdi. Abdullah Öcalan, heyet üyeleri ve İmralı'daki tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş, "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" başlıklı bir açıklama yaptı.
Kayıt altına alınan açıklamada, PKK'ye "silahları bırak ve kendini feshet" çağrısı yapıldı. Ayrıca "Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir" vurgusu öne çıktı. PKK de dün yaptığı açıklamayla çağrıya uyacaklarını ve ateşkes ilan ettiklerini duyurdu. Abdullah Öcalan’ın söz konusu çağrısı ve sonrasında yaşanan gelişmeler dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırdı.
PKK Lideri Öcalan'ın çağrısını gazeteci ve yazar Haydar Ergül ile konuştuk. Ergül, Abdullah Öcalan'ı yakından tanıyan bir isim. 9 Ekim 1998'de startı verilen ve 15 Şubat 1999'a kadar devam eden uluslararası komplo sürecinde Abdullah Öcalan ile birlikte kalan isimlerden birisi. Ergül, komplo sürecinde Roma'da 50 gün boyunca Öcalan ile birlikte kaldı. 29 Ekim 1999’da ise, Öcalan'ın çağrısıyla Türkiye’ye gelen İkinci Barış Grubu içerisinde yer aldı.
Abdullah Öcalan'ı tarihi açıklamasına geçmeden önce, 10 yıl aranın ardından Öcalan'ın yayımlanan ilk fotoğrafını gördüğünüzde hissettiğiniz duyguyu merak ediyorum. Neler hissettiniz, Öcalan'ı nasıl gördünüz?
O anda hissettiklerim çok farklı. Onunla son ayrılığımız, uluslararası komplonun Roma ayağında olmuştu. Roma sürecinde Abdullah Öcalan ile birlikteydim. Onun sesini en son Roma’dan Moskova’ya geçtiği 16 Ocak 1999 tarihinde duydum. Moskova’ya gittiğinde Öcalan’ı karşılamaya gelen arkadaşı arayıp, Öcalan’ın sağsalim gidip gitmediğini teyit etmek için "Her şey tamam mı?" diye sordum. Arkadaş da "Tamam" dedi. Telefonu tam kapatmak üzereyken Öcalan, o arkadaşa "Kim o" diye sordu, arkadaş adımı söyledi ve ben telefonu kapattım. Duyduğum son sesiydi o ses. Bu çağrı için de ilk başta görüntülü olacağı söylendi. Aslında zor olduğunu tahmin etmekle birlikte, son sesten sonra yeniden Öcalan'ın sesini duymanın heyecanını yaşıyordum. Çünkü Öcalan'ın son sesi benim için çok farklıydı.
Sesini duyacağım diye heyecanlıydım. Sesi duymasam da, okunan metnin Öcalan tarafından okunması heyecanımı arttırdı. Öcalan'ın sesine çok yaklaştık, yakın gelecekte tekrar buluşacağımı umut ediyorum.
Komplonun 27’nci yılına girdik. Yaşına göre beklediğimden daha iyiydi. O sesi hiç duymadım ama hep duymayı istedim. Çünkü o ses, benim için özgürlük anlamına geliyor. Özgür yaşam anlamına geliyor. Heyecanlıydım. Sesi duymadım ama resmi gördüm. Ön sırada 7 kişinin tam ortasına oturmuş, metni okuyor. Sesi duymasam da hem Öcalan'ın o resmi hem daha sonra salonda okunan metnin İmralı’da Öcalan tarafından okunması heyecanımı arttırdı. Duygularımı anlatmakta zorlanıyorum. Ama şunu biliyordum. Birkaç saat önce o metin Öcalan'ın sesinden okundu. Bu anlamda taze bir ses. Yine o metin birkaç saat sonra bize okunuyor. Dolayısıyla bu bende şu duyguyu yarattı: Öcalan'ın sesine çok yaklaştık. Umudum; çok yakın gelecekte, Öcalan ile tekrar buluşacağım yönünde. O sesi tekrar duyacağım. Yani çok çok yaklaştık. Fiziksel olarak görmeye çok yakınlaştık.
Sizi Abdullah Öcalan’ın sesini duymaya ve fiziksel olarak görmeye yakın olduğunuzu düşündüren temel motivasyon nedir?
Geçmişin kudretsiz Kürtleri, bölgede günümüzün en kudretli toplumuna dönüştü. Dolayısıyla bu kudret üzerinde yeni bir süreç başlıyor. Yığınla kurumu var, gazeteleri var. Yine kültür ve sanat gibi toplumun her alanında bir toplumsal dinamik var. Öcalan bu dalgaya dayanıyor, bu dalgayı harekete geçiriyor. Erken yorum yapmamak gerekiyor, anlamaya çalışılmalı. Bu hareket ve Kürt halkı özgürlüğe yürüyor. Bu tarihsel dönemeç, Kürt halkının kudretini çok arttırdı. İşte onbinler Amed ve Wan meydanlarında çağrıyı canlı izledi. Kahvelerde izlediler, evlerde izlediler. Tarihi an deniyor ya, bana göre o tarihi an, biraz keskin bir dönemece girme anıdır. Böyle bir başlangıçtır ve Öcalan’ı anlamak gerekiyor. Öcalan genelde anlaşılmıyor.
Neden anlaşılmadığını düşünüyorsunuz?
Çünkü oluşan kalıplara göre hareket etmiyor. Şunun altını çizmek lazım. Öcalan anlam ve yorum esaslıdır. Her türlü toplumsal hakikatin özü, anlamdır. Ve onu günümüze göre yorumlamadır. Bu anlamda Öcalan toplumsal varlığın ya da genel anlamda varlığın dış görüntüsüyle çok ilgili değildir. O dış görüntüyü yaratan iç nedir, öz nedir? Esas odur. Dolayısıyla o öz, o öze uygun yeni bir hareket yaratıyorsa onu iyi yoğurman lazım. Aslında 70’ler böyle bir süreçtir. Yoğurmuştur. Mesela devlet ve iktidar kültürü yüzeyle ilgilenir. Yüzey nedir? Aslında özün sonucudur. Yansıyandır, görülendir. Yansıyan ve görünene göre kendini örgütleyenler, ufak darbelerle darmadağın olur. İktidar ve devlet böyle bir şeydir. Mesela 27 Şubat’ta yapılan açıklamaya da dikkat edin iktidar ve devletin, yüzeyle ilgili bir bakışı söz konusu. ‘Çağrı yaptı, silah bırakılacak mı, Örgütü lağvedecek mi?' Buradan bakarsan Öcalan anlaşılamaz. Hele böyle bakıp çok sevinenler yarın çok üzüleceklerdir. Bunu yakından takip eden biri olarak söylüyorum.
Devlet ya da iktidar şuan meseleye yüzeysel mi yaklaşıyor?
"Silah bırakılacak mı?" noktasından bakanlar Öcalan'ı anlayamaz. Böyle bakıp sevinenler yarın çok üzülecek. Öcalan, bölgeyi çatışma, didişme ve savaş ortamından çıkarmaya çalışıyor.
Sonuçlar üzerinden bakıyorlar. 50 yıllık deneyimde ortaya çıkan; Öcalan'ın attığı adımları böyle yüzeyde gözüken bazı kelimelere takılmadan, esaslar ve öz üzerinde yoğunlaşıp anlamak gerekir. Özünde aslında yoğunlaşıp araştırılırsa, Öcalan'ın attığı adım salt Kürtlere ve Türkiye toplumuna yeni bir dönemeç aldırmıyor. Aslında bölge dönemecini aldırttırıyor. Neden? Çünkü Ortadoğu'da simgesel anlamda en az 5 bin yıldır -ki daha eskilere gidiyor- karşılıklı taraflar, yani iktidar ve devlet güçleriyle toplumsal güçler -demokratik ulus, uygarlık güçleri- hep çatışma halinde olmuş. Karşılıklı birbirini imha etmeye çalışmışlardır. Ve bu anlamda Ortadoğu sorunları çözen değil, didişen, çatışan ve savaşan bir bölgedir. Öcalan, attığı bu adımla aslında bölgeyi, genelde bu çatışma, didişme ve savaş ortamından çıkarmaya çalışıyor. Tarihin direksiyonunu buraya kırdı. Yani bu süreci örüyor. Bunu görmek lazım. Öcalan, ‘Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi demokratik siyaset ve hukuki boyutunun tanınmasını gerektirir’ diyor. Aslında metnin tümünü buradan okumak lazım. Bununla bağlantılı okumak lazım. Buradan okunursa daha iyi anlaşılır.
Yeni ve tarihi bir sürece girildiğine işaret ettiniz. PKK, daha önce de benzer dönemeçlere girmiş miydi?
50 küsur yıllık geçmişe gittim. Çünkü bu süreçleri yaşayan biriyim. Dolayısıyla Öcalan'ın öncülük ve inşa ettiği PKK, Öcalan'ın düşünce ve yaşamı doğrultusunda, aslında ilk kez bir dönemeci yaşamıyor. Mücadelesinin çeşitli evrelerinde çeşitli dönemeçler var. 27 Şubat’taki metni anlamak için bunlara biraz vurgular yapmak istiyorum. Bu süreç anlaşılırsa, okunan metin özü itibariyle de anlaşılır. Hemen şunu vurgulayayım; Öcalan'ın attığı her adım özdeşlerinden daha farklıdır. 1970'lerin ortasından sonra, özellikle 1974'te Türkiye'deki afla birlikte darbe sürecinde cezaevine girenler çıktı. Örgütler dağıldı, örgütler parçalanıyordu. Devrimci mücadelede, sosyalist cenahta yeni örgütler kuruluyordu. Fakat her örgüt, bir dergiyle işe başlıyordu. Kendi düşüncesine göre, derginin ismi altında örgütün de ismi oluyordu. Bunlar fazla uzun sürmezdi. Aylık ya da haftalık çıkan bu dergiler, çok hızlıca onbinlerce çevreye, taraflara ulaşırdı. Bu ciddi anlamda bir maddi ve manevi güç demekti. Ama Öcalan bunu yapmaz. Öcalan'ın öncülük ettiği grubun bir dergisi yoktu. Hatta şöyle suçlanırdı o dönem: ‘Sizin bir fikriniz bile yok, derginiz bile yok. Kendinizi tanıtmıyorsunuz, siz kimsiniz?’ Mesela daha sonra Öcalan hakkında bir sürü kuşku buradan üretilmiştir. 70'lerde de Öcalan'ın attığı adımlar anlaşılamıyordu. Hatta grubun içinde bile anlaşılamıyordu. Bu konuda grupta ayrılmalar, kopuşlar vardı. ‘Herkes dergi çıkarıyor, çok hızla örgüte dönüşüyor. Biz yıllardır 10-20 kişiyle nasıl devrim yapacağız, nasıl özgürlüğü getireceğiz’ gibi eleştirip kopanlar vardır. Ama Öcalan burada ısrar etmiştir.
Daha sonra 15 Ağustos süreci de anlaşılmadı. Bu süreçte de ‘imha ediyorsunuz’ derlerdi. Yine 1993 süreci de bir dönemeçtir. 93 nedir? O zaman cumhurbaşkanı olan Turgut Özal'ın bazı girişimleriyle, tek yanlı bir ateşkes ilan edildi. Reel sosyalizm çözülmüş, dağılmış. Dünya bir belirsizlik içinde, aslında üçüncü dünya savaşı içerisine girmiş. Dünyanın geleceği ne olacağı belli değil. O dönem PKK en güçlü dönemini yaşıyor. Her gün yüz binlerce insan serhildan halindedir. Savaşı yükseltebiliyor. Fakat bölgede ciddi değişmeler var. Konjonktür farklılaşmış. Öcalan tek yanlı ateşkes ilan ediyor. Bu, kendi örgütü içinde de büyük oranda anlaşılamıyor. Daha sonra peş peşe ateşkesler var. Bunlar hep dönemeçlerdir. Uluslararası komplo da bir dönemeç. Öcalan, kaçırıldıktan sonra ada koşullarında stratejik değişime gitti. Öcalan, 99’da uluslararası komplo ile kaçırılıp İmralı’ya getirildi. Bu komployu gerçekleştirenler, PKK’nin dağılacağını varsayıyordu. Çünkü benzer örgütler lider gittikten sonra hızla dağılmıştır. Ama bırak örgütün dağılmasını, Öcalan unutturulamadı bile.
Öcalan'ın çağrısı üzerine geldiğiniz 1999 süreci de tarihi dönemeçlerden değil miydi?
Tabi ki öyleydi. Mesela o dönem de kimse bir şey anlamıyordu. Barış ve demokrasi gruplarıydı bunlar. Biz Avrupa'da gelirken bizzat bana şunu söyleyenler olmuştu: ‘Gitme, siz mayına sürülen eşeklersiniz’ diye. Dışarıda da bu yazılıp çiziliyordu. Örgüt içinde de bir sürü dalgalanma vardı. İlk grup 1 Ekim 1999’da dağdan geldi. 1 Ekim, Türkiye’de Meclisin açılış yıl dönümüdür. İkinci grup olarak biz de 29 Ekim 1999’da Avrupa’dan geldik ve ben bu grubun sözcüsüydüm. 29 Ekim de cumhuriyetin yıl dönümüdür.
1 Ekim de 29 Ekim de simgesel günler. Tarihleri Öcalan mı belirledi?
Evet, Öcalan belirlemişti. Haber göndermişti "29 Ekim'de gelsinler" diye. Bunlar tesadüf değil. Cumhuriyetin demokratikleşmesi için geldik. Simgesi buydu. Hatta pasaportumuz yoktu. Brüksel’de Türk elçiliğine başvurduk, bize seyahat belgesi verilmesi için. Fakat Ankara, biz 29 Ekim’de gelmeyelim diye izin vermedi. Biz de sahte pasaportla geldik. Bu yüzden ben cezaevinde bir yıl fazla yattım. Biz, simgesel olarak 29 Ekim'de gelip, teklik üzerine inşa edilen ulus devletin demokratik ulusa evrilmesini ve bu noktada topluma güven vermek için gelmiştik. Yine bunlar anlaşılamadı.
2013-2015 tarihleri anlaşılmadı. "Süreç oldu da ne oldu" diye soranlar var. Kuzey ve Doğu Suriye’nin ortaya çıkması bu süreçle ilgilidir. Yüzde 10 barajı anlaşmsızlaştı. 27 Şubat çağrı metnindeki yüzeye takılmadan içerik üzerinde yoğunlaşmak lazım.
2013-2015 tarihleri de anlaşılmadı. "Süreç oldu da ne oldu" diye soranlar var. O dönemde silah bırakma, PKK'yi feshetme tartışmaları vardı, yapılacaktı da. Çünkü Öcalan tartışıyordu bunları. Örgüt "evet" diyordu. Ama devlet adım atmadı. Fakat sonuç ne oldu? Hiçbir şey kazanılmadı diyemeyiz. PKK büyük oranda Türkiye’de ve dünyada meşrulaştı. Özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’nin ortaya çıkması bu süreçle doğrudan ilgilidir. Öcalan’ın paradigması da bu süreçte dünyaya yayıldı.
Yine ilk kez HDP, HDK gibi Türkiye halkıyla ortak çözüme gitmenin örgütleri kurulmaya başladı. Kurumsal yapıları gelişti ve yüzde 10 barajı aşıldı. Baraj artık anlamsızlaştı. Bugünkü çağrıyı anlamak açısından bunları bilmek ve anlamak gerekiyor. 27 Şubat çağrı metnindeki yüzeye takılmadan içerik üzerinde yoğunlaşmak lazım.
Öcalan’ı diğer liderlerden farklı kılan özellik de söz konusu noktalar mı?
Öcalan, önce çok sağlam, her koşulda dayanıklı, iradesi güçlü ve idealist bir çekirdek örgütlüyordu. Böyle hızla parlayan ve çoğalan, ama ufak sert bir darbe karşısında darmadağın olan bir gelecek değil. Bunun başarı şansı yoktu. Aslında 7 ay kadar kaldığı Mamak Cezaevinde de iyi test etmişti bunu. İyi gözlemlemişti. Yaygın adıyla Apocular denilen grubu kurarken önce ideolojik, yaşamsal, iradi bir çekirdek grup kurdu. Bu, PKK biçiminde kurumsallaştı. Dikkat edin baştan itibaren Öcalan klasik Marksist- Leninist yapılardan ayrılır bazı yönleriyle. Onlar dergi etrafında örgütlenirken Öcalan bunu reddediyor. Kendi grubu içinde bile buna karşı çıkanlar var. Ama ısrarından vazgeçmiyor. Bu ısrar güçlü bir çekirdek oluşturmaktır. Yoksa onun etrafında toplumsal varlığı kuramazsın.
Nitekim 12 Eylül bunu ortaya çıkardı. 12 Eylül sert bir darbedir, bütün devrimci hareketleri tarumar etti. PKK’ye de ciddi darbeler indirdi. Ama diğer örgütler hızla mültecileşirken Öcalan yine farklı bir şey seçti. Filistin sahasına gitti. Filistin sahasında yeni bir süreci başlattı. Yani dikkat edilirse o süreçte gerek Kürt örgütleri gerek Türk örgütleri içine girdikleri yönelimle Öcalan'ın, PKK'nin yönelimi farklıdır. Onlar yeni koşullara hazırlanıyor. Çıkış yapmışlardır. 12 Eylül'e bir sınanmışlardır. Saldırı yemişlerdir, darbelenmişlerdir ama kalan gücüyle yeniden inşaa sürecine girer. Ve herkes Avrupa'ya giderken, Öcalan'ı Avrupa'ya çekmek için yığınla envai türlü şey var. Nitekim o dönemde bazı tasfiye hareketleri de gelişir. Diğerlerine göre aykırıdır. 27 Şubat’taki o tarihi metni anlamak için bunlara bakmak lazım.
Herkeste aynı merak; 10 yıllık ağır bir sürecin ardından ne oldu da bu noktaya gelindi? Bu koşullar nasıl oluştu?
Son 50 yıllık özgürlük ve demokrasi yürüyüşü, çeşitli etaplardan geçti, keskin virajlar aldı. Şunu bilmek lazım; Öcalan kavramdır, toplum kavramdır, anlamdır. Öcalan’ı anlamak için bunları bilmek lazım. Bu 50 küsur yıllık yürüyüş, fiili anlamda inkarı bitirdi. Her tarafta rahatça 'Kürt' denilebilioyr ama önündeki hukuki engeller halen sürüyor. Bundan sonra gelinen aşamada Kürt topluluğu uyanmıştır. Tahminime göre dünyada 60 küsur milyon Kürt yaşıyor. Kürtler dünyada en örgütlü halktır. Hem çok örgütlü hem de çok hareketli, dinamik ve inançlı. Öyle bir noktaya geldi ki bu 50 yıl; Kürtler artık doğal bir örgütlülük halini yarattılar. Demokratik toplumunu yarattılar aslında. Önemli olan bu demokratik toplumun önündeki hukuki engelleri kaldırmaktır. Dolayısıyla Öcalan böyle bir hakikate hitap ediyor. Hep söyleriz ya Kürtler, 50 yıl önceki Kürtler değil, Kürtler, artık doğal örgütlü Kürtlerdir. PKK’nin başardığı en büyük şey bu ve bunun içerisinde Kürt kadını vardır. Kadın özgürlüğe yürüyorsa, o toplum özgürlüğe yürüyordur. Kadın köleleşiyorsa, o toplum köleleşiyor. Dikkat edin, Ortadoğu'da günümüz konjonktüründe Kürtler özgürlüğe, kadınlarla yürüyor.
Kürtler, çatışma ve şiddet olmadan da özgürlüğe yürür. Öcalan, örgütüne 'Sen değiş, değiştirdikçe devleti değiştir' çağrısı yaptı. En iyi dönem bu dönem. Kendi gücüne güven.
Çünkü yüz binlerce yıllık toplumsal hakikati bu özgürlük etrafında şekillendi. Devlet bunu gasp etti, iktidar bunu gasp etti. Şimdi Kürt özgürlük hareketi şahsında bu gasp edilen haklar genel mücadele ve özellikle kadın mücadelesiyle birlikte harekete geçti. Kürtler özgürlüğü tattılar. Bunu içselleştirdiler. Büyük oranda kültürleştirdiler, yaşama dönüştürdüler. Bunun için çatışma ve şiddet olmadan Kürtler daha rahat özgürlüğe yürür. Devletin elinde de ikide bir işte ‘teröristtir, bölücüdür’ şeklindeki kavramları da alan, artık konjonktürde de bunun önünü açan bir hakikat vardır.
Son yüzyıllık tarihte ilk kez Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bu gelişmeyi selamladı. Amerika Birleşik Devletleri de ilk kez bu gelişmeyi selamladı. Bu büyük bir kudrettir. Bu demokratik topluma yürüyüş gücüdür. Bu demokrasiye duyarlı, devleti dönüştürme gücüdür. Öcalan'ın örgütüne çağrısı şudur; ‘Sen değiş, değiştirdikçe devleti de değiştir’ Bireye de çağrı budur. Önce kendini değiştir. Demokratik, özgürlükçü ve toplumcu kıl. Daha sonra karşıtları değiştir. Çünkü her şey özdedir. ‘Ne ararsan kendinde ara’ yaklaşımı Öcalan'ın savunmalarında çok vurgular. En iyi dönem bu dönem. Bununla ön açılmıştır. Kendi gücüne güven. Devlet yapar yapmaz bu tartışmalara gerek yoktur. Kuantum fiziğinde söylerler. Dünyanın herhangi bir yerine bir kelebek kanat çırpar. Başka yerde fırtınalar kopar. Evet bu çağrı kanat çırpma zamanıdır. Çağrı budur.
Çağrı “Barış ve Demokratik Topluma Çağrı” adıyla yapıldı. Başlıktaki vurguları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan'ı hep takip etmeye çalışan biri olarak söylüyorum. Bu kavram Öcalan'a aittir. Demokratik topluma ulaşıldıkça barış gelecektir. Demokratik topluma ulaştıkça, Türk-Kürt ilişkileri düzelecek. Ya da Kürtler-devlet arasındaki çatışma ve didişme sona erecek. Çağrının temel özelliği, giderek demokratik toplumu kurma ve geliştirme, emperyal ve küresel güçlerin sömürü ve saldırılarından Ortadoğu'yu kurtarmaktır aslında. Özü demokratik toplumdur. Demokratik toplum kuruldukça ve geliştikçe savaş ve çatışma sona erecektir. Hedeflenen bu.
Bu hedef yeni bir durum mu?
Öcalan, demokratik toplum hedefini 93’ten beri hayata geçirmek istiyordu. Yani sorunu, savaş ve çatışma zemininden çıkarmak istiyordu. Fakat bilinen çeşitli provakatif saldırılar, komplolar süreci boşa çıkardı. Hatta zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü bile şaibelidir.
Demokratik toplumdan kasıt nedir?
Kürtlerin çoklu kimliği vardı. Tek kimliği yoktur. Ortak bir dili olsa da yerel şiveler, lehçeler, farklılıklar içerir. Her farklılık toplumsal yaşam anlamında bir farklılığı içerir. İşte demokratik toplum, bu farklılıklarını kendi iradesiyle yöneten toplumlardır. Demokratik toplum merkezinde kadının özgürlüğü var. Öncelikle kadının özgürleştirmesine hedefler. Biri bu. İki, sınıflar. Üç, inançlar, ideolojiler, felsefeler. Yani özgürlük böyle çıkar. Dolayısıyla bunların tümünü bünyesinde barındıran ve kendisini yeniden kuran bir toplumdur. Devletle kurduğu ilişki bu temeldedir.
Burada devletin rolü nedir?
Devlet, bu farklılıkları bir şeye benzeştirmeyecek. Hele ulus devletler. Tek tek diye saymayacak. Demokrasiye duyarlı olacak. Öcalan buna ‘devlet artı demokrasi’ diyor. Yani devlet demokrasiye açık olacak. Toplum sürekli değişim, dönüşüm ve yeniden kurulma sürecini yaşar. Bu anlamda Öcalan, aslında süreci değişim ve dönüşümün başlangıcı diye tanımlıyor. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum.
Abdullah Öcalan da bu değişim ve dönüşüm sürecini bu çağrıyla mı başlattı?
Bu metinde de var. Heyetlerin aktardıklarında da söylüyor. Yani bu bir başlangıçtır. Bu anlamda tarihseldir.
Öcalan "demokratik toplum" hedefi noktasında örgütüne "araçlarını değiştir" mi diyor? Çağrıda PKK tarafına düşen kısım bu mu?
Öcalan, PKK'ye 'Özünü demokratik topluma göre yeniden kur, yeniden tanımla' diyor. Devlete de 'Kürtlerin varlığını fiilen tanımışsın. Ancak yasaklar var' diyor. Hukuki değişimler yapılmalı. Bu oldukça PKK Kendini değiştirir.
Evet. PKK tarafına düşen. Paradigma değişti. Ama mevcut koşullarda çatışma, savaş ve zemin ortadan kalkmayınca PKK tam dönüşümü, yapılanmayı gerçekleştiremedi. PKK’ye ‘Kongreni yap, özünü demokratik topluma göre yeniden kur ve kendini o öze uygun yeniden tanımla’ diyor.
Devlete de "Sen ismini değiştirmeyebilirsin. Ama sen de Kürtlerin varlığını fiilen tanımışsın aslında. Eskiden inkar ediliyordu. İşte 24 saat Kürtçe yayın yapan bir devlet kanalı var mesela. Kürtlerin toplumsal varlığa dönüşme mücadeleleri, fiili olarak inkarı etkisizleşti. Ama bunu kendi iradesiyle inşa edemiyor, kuramıyor. Burada yasak var" diyor.
Öcalan’ın heyete söylediği de -o siyasal ve hukuki karşılık- bu. Pratik anlamda bu adımlar atılmalı ve Kürtler kendi kendini kurmalı. Yani siyasetin önü açılmalı, bunun için hukuki değişimler yapılmalı. Bunlar yapıldıkça PKK kendini değiştirir. Aslında bu aynı zamanda yine Öcalan'ın heyetle yaptığı görüşmeler de burada da var. Bin yıllık Türk-Kürt ilişkilerinin yeni koşullarda, yani ilk Malazgirt’te atılan adımın aynısı değil. Malazgirt'te atılan ilk adım aynısı Osmanlı Devleti'ni çıkardı. Hukuki değişiklikler yapacak, adımlar atacak. Buna karşı olarak da PKK de bu şartlara bakmadan kendini buna hazır hale getirecektir.
Ve böylece adım adım çatışma ve savaş durumundan çıkılıp, siyasal ve hukuki zemine geçiş sağlayacaktır. Şunu da vurgulamak lazım; Öcalan, ilk yeğeni Ömer Öcalan'la yaptığı görüşmede tecridin devam ettiğini söyledi. Koşullar oluşturulursa, yani tecrit kaldırılırsa, meseleyi siyasal ve hukuki zemine çekmenin teorik ve pratik gücüne sahip olduğunu söylüyor. Aslında şimdi o adımı atıyor. Bunu bilmek lazım. Dolayısıyla bu yönüyle, 27 Şubat’taki adım tarihsel bir adımdır, önemli bir adımdır. Bu sadece bir başlangıçtır.
Son süreci öncekilerden ayıran özellikler neler? Öcalan, bu sefer nasıl bir yol izliyor?
Genelde bu tür sorunlar masa başında çözülmeye çalışılır. Öcalan da bunu denedi. Özellikle 2013-15’te. Böyle yürümüyor süreç. Bunu gördü, özellikle 5 bin yıllık oluşan devletçi iktidar ile toplumsal varlık arasında çatışma geriliminden bölge buna pek müsait değil. Bu ortaya çıktı. Öcalan, burada ‘Artık oraya takılmayalım’ diyor. Sorun kendisini pratikte çözecektir.
Çağrı metninde 'demokratik uzlaşma' şart diyor...
Cezaevlerinde binlerce kişi var. Devlet düzenleme yapmak zorunda. Bu hukuki adıımdır. Bu adım atılırsa cezaevindekiler çıkıp siyaset yapacak. Siyasetin önü açılmış olacak.
İşte demokratik uzlaşmadan kastettiği bu. Yani hukuki değişim yapacak. Örneğin şimdi kendini lağvedecek (PKK), silahsızlanacak. Silah bırakacak ama nereye bırakacak? Bıraktıktan sonra binlerce insan var, cezaevinde binlerce insan var, başta Öcalan'ın kendisi. Ne olacak? Cezaevlerinde PKK davasında cezaevinde tutulan kişi var. Burada devlet düzenleme yapmak durumunda. Bu hukuki bir adımdır. Bu adımı atarsa cezaevindekiler çıkıp siyaset yapacak. Siyasetin önü açılmış demektir. Dağdakiler siyaset yapacak yani. Hukuk budur, devlet bu adımı atmalı. Böyle anlaşılmazsa bu iş yürümez.
Siz de "iyi niyet adımı" kapsamında Türkiye'ye gelen isimlerdensiniz. Ancak hem sizin döneminiz hem de farklı dönemler iktidarlar tarafından heba edildi. Bu süreç için de benzer kaygılar var. Benzer bir durum yaşanır mı?
Yani şimdiki süreç, bazı yönlerle iyi niyeti aşan bir durumdur. Süreç kuşkusuz Öcalan tarafından başlatılan bir süreçtir. Ama şu anda devlette etkin olan ve siyasal eğilimlerden birinin temsilcisi olan Devlet Bahçeli'nin çağrısıyla başladı. 1 Ekim tokalaşma bilinir. Daha sonra kendi grup toplantısında Öcalan'ı meclise davet etti. Fakat devlet iç refleksleri buna hala müsait değil. Dikkat edilirse, Bahçeli'nin bu çağrısı bile ancak bir resimli basın toplantısına dönüştü.
Metindeki “Devlet ve toplumla bütünleşme” vurgusuyla neye işaret ediliyor?
Metindeki 'Devlet ve toplumla bütünleşme' vurgusu 'devlet artı demokrasi' olarak anlaşılmalı. Devlet, toplumun kendisini kurmasına müdahale etmeyecek. Toplum da devlete duyarlı olacak.
O bütünleşme biraz sert bir vurgu. Biraz sıkıntı yaratan bir vurgu olarak da anlaşılıyor. Bu vurgu, Öcalan’ın dediği ‘devlet artı demokrasi’ olarak anlaşılmalı. Devlet, toplumun kendini kurmasına müdahale etmeyecek. Bu demokrasinin gereğidir. Ama toplum da devlete ikide bir karşı çıkmayacak, şiddet uygulamayacak. Yani devletin de topluma duyarlı olması. Devlet topluma ve toplum demokrasisine duyarlıysa, toplum da devlete duyarlı olur. Yoksa bütünleşme bizi ulus devlete götürür. Öcalan anti ulus devletçidir. Bunu bilmek lazım. Öcalan'ın kırmızı çizgileri var. Bu çizgilere bakmak lazım. Öcalan bir amaç insanıdır, bir dava insanıdır. Demokratik toplumu geliştirme insanıdır. Toplumlar özgür olmadan Kürtler de özgür olamaz. Tersi de doğrudur. Kürtler özgür değilse, Kürtlerin özgürlüğünü sınırlayanlar, kendileri de o girdabın içinde debelep dururlar. Yüzyıllık hikaye bize bunu anlatıyor. Kürt inkarı bize bunu anlatıyor. Bu gerçeği görmek gerekir.
Metni de göz önünde bulundurduğuzda; Öcalan nasıl bir "öz" yönetim modeli sunuyor?
Federasyon, idari özerklik gibi kavramlar daha çok iktidar ve devletin yapılarıdır. Öcalan hep öz yönetimlerden bahseder. Ve toplum yataydır ve yatayı hedefler. Devleti çağrıştırdığı için bu çözüm değil, bu çatışma getirir. Bu şiddet getirir. Bu savaş getirir. Dolayısıyla bunlar yerine demokratik toplum diyor. Demokratik toplum akış içinde olan, sürekli kendini kuran bir toplumdur. Öz itibariyle buna öz yönetimler demek gerekir. Varlığın kendi kendisini yönetme hali öz yönetimdir. Özerklik de denebilir. Osmanlı'da da var, muhtariyetler de denebilir. Örneğin ABD, 50 devletten oluşan bir federatif devlettir. Ama çatışma ve savaş bitmiyor. Dolayısıyla öncelikle yeni doğrultuda, Ortadoğu'da savaşları tarihe gömmek istiyor. Tarihselliği buradadır.
İktidarın pratikleri, Öcalan'ın mesajları, PKK'nin bu mesaja uyacağı yönündeki açıklaması, kaygılar... Tüm bu süreçte topluma nasıl bir sorumluluk düşüyor?
Kürt toplumuna, Kürt yurtseverlerine, Kürt kadın ve gençlerine kendilerini birey olarak değiştirmelerini ve böylece toplumu değiştirmeleri çağrısı yapıyorum. Çünkü kudret ve güç vardır. Umut yüksektir. Tarihi dönemece giriyoruz. Bunun heyecanını yaşamak lazım. Artık devletin elinde çatışma, savaş gerekçesi alınıyor. Türkiye'deki her türlü gericileşme bunun üzerinden şekillendi son yüzyıldır. Bu Öcalan tarafından ellerinden alındı. Ama biz örgütleneceğiz. Her Kürt kendini değiştirecek, dönüştürecek, demokratik kılacak ve demokratik toplum bireyi haline getirecek.
Birleşen halinde olan dostlara, yoldaşlara da şu çağrıyı yapmak istiyorum; Bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiliyor olabilir. Bu anlaşılırdır. Öcalan'ı yeniden mevcut koşullarda, yeniden anlama, yoldaşlığımızı daha da büyüterek, bu arkadaşlarla yürüyerek, inancımızı büyüterek yürüyeceğimize olan inanıyorum. Herkesi, Öcalan'ın son tarihi adımını ve tarihi perspektifini anlamaya davet ediyorum.
Ama devlet de adım olarak şunu atmalıdır; Bu tarz tarihi bir adım atan Öcalan artık özgürleşmeli. Öcalan sorunu siyasal ve hukuku boyutuna çekmek için rahat bir ortamda çalışabilmeli, örgüt ile ilişki kurabilmeli, istediği insanla görüşüp tartışabilmeli.
MA / Diren Yurtsever