ANKARA - Abdullah Öcalan’ın "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"na ilişkin konuşan İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, sürecin barış ile sonuçlanması için iktidarın çağrıya radikal demokrasi paketi ile cevap vermesi gerektiğini belirtti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 27 Şubat'ta tarihi “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda bulundu. Çağrı tüm dünyada yankı uyandırırken, PKK de ateşkes ilan ettiğini duyurdu.
Çağrıya ilişkin değerlendirmelerde bulunan İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Hüseyin Küküçbalaban, çağrının insan hakları savunucularında bir sevinç yarattığını dile getirdi. Küçükbalaban, meselenin sadece çatışma ve savaş olmadığını ifade ederek, “Hem savaş ve çatışmanın hem de PKK’nin kendisinin ve yüz yıllık cumhuriyet tarihinin, Kürt inkârının bir sonucu olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren temel hak ve özgürlükler, halkların hakları, inançların hakları ve özgürlüğü, yine demokrasi bakımından basın özgürlüğü, toplanma ve ifade özgürlüğü, bireysel haklar ve daha birçok temel hak tanınmış olsaydı belki de Kürtlerde bu ülkenin birinci sınıf eşit yurttaşları olurdu ve haklarını zaten kullanırlardı. Doğalında da PKK de ortaya çıkmazdı” dedi.
Çağrının birçok yönüyle anlamlı olduğunu söyleyen Küçükbalaban, 1 Mart’ta PKK’nin yaptığı açıklamayla bu çağrının arkasında olduklarını belirtmesinin önemli olduğunu söyledi. Küçükbalaban, “Ateşkes ilan ettiklerini ifade etmeleri ayrıca önemlidir. Çünkü barış sürecinin ya da ismi konulmamış bu sürecin bir şekilde barışın inşasına yol açabilmesi için çatışmaların, operasyonların, silahlı bir takım yöntemlerin devre dışı kalması gerekir. Devletin de ivedilikle operasyonlara son vermesi gerektiğini ifade ediyoruz. İHA ve SİHA’larla hem Güney Kürdistan’a hem de Rojava’ya yönelik saldırıların bir şekilde durması gerekiyor” diye belirtti.
CEVAP BEKLEYEN SORULAR
Asıl sorulması gereken sorunun bu çağrıdan sonra barışın inşasının nasıl olacağı sorusu olduğuna işaret eden Küçükbalaban, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın nasıl yaşam bulacağı sorularına ve bütün bu tartışmalara ilişkin de bir şeyleri ifade etmek ve konuşmak gerekir. Açıklamaların üzerinden iki haftaya yakın bir süre geçmiş oldu. Bu süre içerisinde devletin nasıl bir yol haritası ve ajandası olduğuna dair bir şey duyamadık. Bu durum da hem sivil toplum örgütlerin hem de Türkiye halklarında ve Kürt halkında bir kafa karışıklığına yol açıyor. Bu sürecin ismi nedir? Ne yapılacak? Kırk yıldır yaratılan tahribatlar nasıl giderilecek? Kayyımlar olacak mı? Kayyımlar olmayacaksa bunun yasal güvencesi nedir? PKK silah bırakmaya ve silahsızlanmaya hazır olduğunu ifade etti ama bu süreç nasıl yürüyecek. STK’lar, inanç örgütleri ve basın bunun neresinde olacak? Yine bir bütün olarak halkın buraya katılımı ve desteği nasıl sağlanacak? Bütün bunlar belirsizdir” diye konuştu.
‘TECRİT HEMEN KALDIRILMALIDIR’
Küçükbalaban, hızlıca atılması gereken adımlardan birinin Abdullah Öcalan’ın koşulları olduğunu aktararak, “Abdullah Öcalan ile 4 yılı aşkın bir süreden sonra bir takım görüşmeler olmuş olsa bile halen tecrit sürüyor. Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecrit kaldırılmadır. Çünkü Öcalan’ın bir aşamada örgütün silahsızlanma sürecini yönetmesi gerekir. Açıkçası fiziki olarak da bu sürecin içerisinde olması gerekir. Sürecin izlenmesi, takip edilmesi ve adımlarının sağlıklı atılması için Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve fiziki olarak örgütün silahsızlanma sürecine dahil olması gerekir” dedi.
‘YEREL YÖNETİMLERDEKİ ÇEKİNCELER KALKMALI’
Küçükbalaban, “Hızlıca yerel yönetimler özerklik şartına ilişkin daha önceden de Türkiye’nin çekince koyduğu Avrupa Birliği Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nın 4-11’e kadar olan 8 maddelik şartlara koyduğu çekinceleri kaldırması gerekir. Çünkü Avrupa Birliği Yerel Yönetim Özerklik Şartı zaten Türkiye’nin 1993 yılında yürürlüğe koyduğu şekli ile saydığım maddelere ve özellikle yerel yönetimlerin idari mali özerkliği konusundaki kısıtlamaları koyarak kabul etmiş durumda. Şimdi bu kısıtlamaların derhal kaldırılması gerekir” şeklinde konuştu.
‘PAKET İLE KARŞILIK VERİLMELİDİR’
Radikal bir çağrı olduğunu ve Türkiye’nin de buna radikal bir demokrasi paketiyle karşılık vermesi gerektiğini belirten Küçükbalaban, “Radikal demokrasi paketi ile yerel yönetimler özerklik şartındaki çekincelerin kaldırılması ve aynı zamanda buraya bir yasal değişiklikle Vali, Kaymakam ve Emniyet Amirlerinin seçimle iş başına gelmesi sağlanır! Yani ulusal dediğimiz genel ve ulusal düzeyde yargı ve ulusal savunma biriminin dışındaki kamu hizmetlerinin tamamı sağlık, eğitim, yerel güvenlik ve idare dahil bütün bunların seçimle iş başına gelmesi gerekir. Yani bu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına böyle bir cevap verilmesi gerekir. Yine Terörle Mücadele Yasasının derhal kaldırılması gerekir. Yine hasta mahpusların durumu var. Bu adımlar hızlıca atılması gereken adımlardır” diye belirtti.
‘YOL HARİTASI ÇIKARIYORUZ’
Küçükbalaban, İHD olarak sürece ilişkin bir yol haritası çıkardıklarının bilgisini vererek, “40 yıllık savaşın ve çatışmanın yarattığı sonuçları nasıl ortadan kaldırılacağına ilişkin bir yol haritası çıkarmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla çıkaracağımız yol haritasını devletle birlikte konuşmak istiyoruz. Radikal bir demokrasi paketini Meclis’e getirmiş olsalar, hiçbir muhalefet partisi karşı çıkmaz. Bir paket hazırlanmalı ve ismi ‘Radikal Demokrasi Paketi’ olmalı” diye konuştu.
‘UMUT HAKKI EVRENSEL BİR HAKTIR’
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen siyasi tutsakların durumuna da dikkat çeken Küçükbalaban, “4 bin tutsağa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş. Bir barış olacaksa yargılayıp ceza verdiğiniz bu tutsakların tahliyesini sağlamamız gerekir. Elinde silah olan insanı da bu şekilde dağdan indirebilesiniz. Silahsızlanmaya ikna edebilmek içinde bu gereklidir” dedi.
‘HASTA MAHPUSLAR TAHLİYE EDİLMELİ’
Küçükbalaban hasta tutsakların durumuna dikkat çekerek, “600’ün üzerinde 30 yıllık cezasını çekmiş olan ve tahliyesi engellenen insanlar var. Bütün bunlar İGK adı altındaki hukuk dışı bir kurul tarafından yargı yetkisini de kullanarak yapılıyor. Bir iyi niyet adımı olarak, 2021 verilerine göre, cezaevlerinde bin 517 tane hasta mahpus var ve bunların 651’i ağır hasta mahpustur. Bunların tahliyesinin sağlanması gerekiyor” dedi.
‘İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ÖNÜ AÇILMALI’
Küçükbalaban, “Abdullah Öcalan kendi ajandasını ortaya koydu fakat toplumun da devletten beklentileri var. Devlet ne yapacak? Sivil toplum ve insan hakları örgütleri, pek çok basın kuruluşu halen 2013 ve 2015 sürecinde konuşulan ve tartışılan fikir özgürlüğü kapsamında kalan pek çok şeyin yargısal taciz ile sonuçlandığını görüyorlar. Özgür Basın’ın pek çok üyesi cezaevinde. Bu konuların tamamında özgürlüğü sağlayacak ve özgürlüklerin esas olduğu, yasakların ise tali olduğu bir sürecin gözlenmesi lazım” dedi.
‘HALEN SAVAŞ DİLİ KULLANILIYOR’
Bu süreçte hem ulusal basının hem de devlet yetkililerinin kullandığı dilin önemine de değinen Küçükbalaban, “Abdullah Öcalan’ın çağrısından sonra ulusal basın ve ana akım medya halen savaş dilini konuşuyorlar. Yani barış dilini henüz basında bile göremiyoruz. Bütün bunların derhal yasaklanması lazım. Böyle kavramlar kullanılamaz. Bu dili kullananların da kendisine çeki düzen vermesi lazım. Eğer devlet aklı varsa, bu akıl isterse bir günde barış dilini bu basın kuruluşlarına iletip yayabilir. Devlet yetkililerinin ağzında bile barış dilini göremiyoruz” şeklinde konuştu.
‘HALKLARA HAKSIZLIKTIR’
Küçükbalaban, “Kürtler ile iktidar anlaştı, Cumhurbaşkanlığı seçimi konuşuldu veya benzeri şeyler konuşuldu’ gibi söylemler var. Bu meseleyi seçim malzemesi haline getirmek, seçime endeksli bir bakışla değerlendirmek Türkiye’nin halklarına karşı bir haksızlıktır. Bu sürecin başarıya ulaşması bu kesimlerin bunu sahiplenmesi ile mümkündür. Bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğini söylüyorum”
MA / Ömer Güngör