ADANA - Asıl konuşulması gereken sorunun kadınların en temel hak olan kürtaj gibi hizmetlere erişememesi olduğunu belirten Dr. Şükran Güleç Barutçu, 10 seneyi aşkın süredir üreme ve cinsel sağlık hakkına ücretsiz ulaşılamadığını söyledi.
Geçtiğimiz hafta erkek futbolcular, Sağlık Bakanlığı’nın kampanyasını destekleyerek “Doğal olan normal doğum” pankartıyla sahaya çıktı. Doğum yöntemlerine dair verilen mesaj ise, kadınları bir kez daha isyan ettirdi. Çünkü asıl mesele doğum yöntemi değil, kadının yaşamı, bedeni ve tercihleri üzerindeki denetim ve tahakkümün kendisiydi. Her gün hayatın her alanında mücadele veren kadınlar ise, bu konuda da oldukça net bir duruşla tepkisini ortaya koydu: "Benim bedenim, benim kararım."
Kadınların rahminin dahi politik bir meseleye dönüştüğü ülkede, normal ve sezeryan doğumun ne olduğu, doğum yöntemini kimin belirlediğini bir kez daha hatırlama ve hatırlama gereksinimi de ortaya çıktı.
VAJİNAL VE SEZERYAN DOĞUM
Tıbbi olarak “normal doğum” diye bir kavram yok. Kadınlar iki şekilde çocuklarını dünyaya getirir. Bunlar vajinal ve sezaryen doğum. İlkinde bebek, doğum kanalından geçerek vajinal yolla dünyaya gelir. İkincisinde; karın ve rahim duvarına yapılan kesiklerle bebek alınır. Aylarca karnında taşıdığı bebeği nasıl doğuracağına kadın, doktorlarıyla beraber karar verir. Doğumda ise tabiki kadının tercihi esas olmaktadır.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu üyesi ve Hatay Tabip Odası Yürütme Kurulu (YK) üyesi Dr. Şükran Güleç Barutçu ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Adana Şubesi üyesi Rabia Ekici, kamuoyunun gündemindeki konuya dair değerlendirmelerde bulundu.
KADIN SAĞLIĞI NEDİR?
Sağlığın sadece hastalık ve sakatlık değil, bedenen ve ruhen iyilik hali olduğunu belirten Şükran Güleç Barutçu, “kadın sağılığı”nı şöyle tanımladı: “Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bizimki gibi derin olduğu toplumlarda, kadınların sağlıklı olma hali erkek bireylere göre çok daha zor. Ev içi emek, çocuk yaşlı bakımı gibi yükler kadınların sırtında olduğu için ruhsal ve fiziksel sorunları daha yüksek olmaktadır. Kadının çalışma hayatında erkeklere göre daha az yer alışı, ekonomik bağımsızlığın olmayışı, eve bağımlı olma hali ve ev içi görünmeyen emeğin sürekli kadınların üzerinde oluşu hem ruhsal hem fiziksel sorunları erkeklerden kat be kat artırmaktadır. Kadın sağlığı sorunlarını; tabii ki sınıfsal sorunları göz ardı etmeden söylemek gerekir. Bunun için de kadınların her birinin ait olduğu sınıfın içerisinde bir alt sınıf olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurarak cevaplamak gereken bir soru. Çünkü hangi sınıftan olursa olsun kadınlar kendi sınıfları içerisinde de ekonomik olarak bağımlı olabiliyor, söz hakları egemen yapı nedeniyle eşit olmayabiliyor, yine ev içi emek ve iş yükü çocuk, hasta ve engelli bakımı daha çok onların üzerinde oluyor.”
Türkiye'de kadınların sağlık hakkına erişemediğini dile getiren Şükran Güleç Barutçu, sebeplerini de şöyle sıraladı: "Bölgelere ve kültürel yapıya göre değişmekle birlikte özellikle kırsal kesimde geleneksel baskıcı tutumlar içerisinde kendilerini ifade etmekte zorlanan kadınlar sağlık sorunlarını belirtmekten iyice çekinir hale geliyor ve bedenlerine iyice yabancılaşabiliyorlar. Evdeki erkeğe hem ekonomik hem ulaşım hem söz hakkı açısından bağımlı olma hali yine bunu zorlaştıran sebeplerden biri oluyor. Ev içi emeğin ve bakım yükünün ağırlığı altında yoksulluğun da derinleştiği dönemlerde ayrıca ilk önce kadınlar sağlık hakkından feragat etmeye başlayarak kendilerini ihmal ediyorlar."
ÜLKEDEKİ TABLO
Şükran Güleç Barutçu, Mereş merkezli 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremlerden etkilenen kentlerin başında gelen Hatay’ın durumuna değinerek, değerlendirmesine devam etti. Olağanüstü hallerde sağlığa erişimin kadınlar için daha da zorlaştığına dikkat çeken Şükran Güleç Barutçu, “Yaşam alanlarının değişmesi ve ev içi iş yükünün artışı ve ulaşımın zorlaşması sağlığa erişimi oldukça zorluyor. Bunu ciddi biçimde gözlemliyoruz. TTB olarak depremin ikinci sene raporunda da açıkladık. Deprem bölgesinde hala barınma, bakım yükü, ulaşım, şiddet, temel sorunlar ve yine acı bir şekilde gördük ki toplum sağlığının en büyük göstergesi olan anne, bebek ölüm hızı deprem bölgesinde artmış durumda. Ayrıca şunu da eklemek isterim ki son 5 senede bu hız genel olarak artmış durumda. Ülkemizdeki bebek ölüm hızı, maalesef Avrupa ülkelerinin 3 katı oranında. Kadınlar, 10 seneyi aşan bir süredir üreme ve cinsel sağlık haklarına eşit ve ücretsiz bir şekilde ulaşamıyorlar. Kadınlar, devlet hastanelerinde isteğe bağlı kürtaja erişememekteler. Bu hizmet uzun zamandır sadece özel hastanelerde verilmektedir. Bu da kadınlar arasındaki sınıf ayrımını derinleştirmektedir. Yine birinci basamakta sağlanan üreme sağlığı; kondom, oral kontraseptif, RIA gibi hizmetler 10 seneyi aşkın bir süredir bilerek aksatılmış durumda. Tabii tüm bunlar, uzun soluklu bilinçli bir politik programın ürünüydü. Bu yılda gördük ki 25 Aralık 2025 tarihinde Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Türkiye'de Nüfus Politikaları Kurulu kuruldu. 2025 yılı “Aile Yılı” ilan edildi. Hatta hemen ardından LGBTİ’lerle ilgili yeni yasa tasarısıyla karşı karşıya kaldık ve gördük ki LGBTi bireyler de önümüzdeki süreçte ciddi bir varoluş mücadelesi vermek zorunda kalacak" diye belirtti.
EN BÜYÜK SAĞLIK SORUNU: ŞİDDET
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine işaret eden Şükran Güleç Barutçu, kadın sağlığını etkileyen en belirgin etkenin son 20 yılda artan şiddet olduğunu söyledi. En büyük kadın sağlığı sorununun erkek şiddeti olduğunu belirten Şükran Güleç Barutçu, kadını birey olarak görmeyen, kadını doğurganlığı ve aile kurumu üzerinden değerlendiren iktidarın bu sorunu artırarak, çözümden uzaklaştırdığını ifade etti.
KÜRTAJA FİİLİ YASAK
Şükran Güleç Barutçu, şöyle devam etti: “Aile yılı ilan edilmişken isteğe bağlı kürtajın da yasaklanabileceği bir döneme geldiğimizi düşünüyoruz. Zaten halihazırda mevcut durumda kamu hastanelerinde neredeyse hiçbir doğum hekimi, isteğe bağlı kürtaj yapmamakta ve yasak olmamasına rağmen kamuda fiilen bu hizmete ulaşılamamaktadır. Geçmiş tarihimizden biliyoruz ki gebeliğin isteğe bağlı olarak sonlandırılması yasak olduğu dönemde anne ölümlerinde oran yüzde 53 iken, yasak kalktıktan sonra bu oran yüzde 2’lere kadar düştü. Nüfus artışına odaklanan politikaların amacı azalan nüfus hızını artırmaktır.
ERKEN YAŞTA EVLİLİKLERİN ÖNÜ AÇILIYOR
Başka ülkelerde de benzer sağ politik söylemlerin arttığını görüyoruz. Dünya tarihinde çeşitli dönemlerde özellikle savaş dönemleri ve sonrası uygulanmış örnekleri bulunan pronatalist politikalar (nüfus artış hızını artırmaya yönelik uygulanan hızlandırıcı politikalar) krizlerden çıkmak için hükümetlerin başvurduğu bir yöntemdir. Sistem yarattığı derin yoksulluk, sınıfsal uçurum ve dolayısıyla üreme hızındaki düşüşü kadın bedeni üzerinden kompanse (dengelemek) etmeye çalışıyor. Bunu yaparken kadınları, birey değil doğurganlığı üzerinden araçsallaştırıyor. Kadınların ekonomik bağımsızlıklarını zayıflatıyor, ev içi emek yüklerini arttırıyor, ev içi şiddet ve istismara karşı savunmasız hale getiriyor. Erken yaşta evliliklerin önü açılıyor. Kız çocukları eğitim hakkından mahrum bırakılıyor. Saymakla bitiremeyeceğimiz bunca kadın ve toplum sağlığı sorunu dururken doğurganlık politikaları ve nasıl doğuracağımıza dair kampanyalar yaratmak yerine ülkemizde öncelikle yoksulluk, işsizlik, barınma, şiddet, istismar gibi sorunları çözmek, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan, kadın çocuk LGBTİ+ tüm bireyleri eşit gören ve eşit haklara sahip bir toplum inşa etmenin yoları bulunmalıdır.”
'ANNELİK KUTSAL' AMA DOĞUM İZNİ YOK
Hemşire Rabia Ekici de, kadınların nasıl ve ne şekilde doğuracağına kadınların ve doktorlarının kara verebileceğini vurguladı. Nüfus politikalarının kadın bedeni üzerinden tartışılmasının yanlış olduğunu söyleyen Rabia Ekici, “Vajinal doğum birinci basamak sağlık hizmetlerinde verilecek ciddi sağlık hizmeti ile mümkün. Yani aksaklık olmadan ulaşılabilir, nitelikli, kadın sağlığını önceleyen bir sağlık planlaması ile mümkündür. Kadınların nasıl doğuracağına değil, doğum aşamasına kadar yaşanılan süreçte eksiklik ve aksaklıkların giderilmesi gerekir. Kadınların ulaşamadığı sağlık hizmetlerini, HPV aşılarını, kadın sağlığını önceleyen politikaların tartışılması gerekir. 'Aile Yılı' kadının hem ailede hem de yaşam içindeki ihtiyaçlarını yok sayan ve görmezden gelen bir politikadır. ‘Kadına doğur’ diyor, kreş açmıyor. ‘Annelik kutsal’ diyor, doğum iznini kısıyor. Mesele doğum biçimi değil, kadınların kendi hayatları üzerinde söz sahibi olmalarıdır. Doğurup doğurmamaya, nasıl doğuracağına, ne zaman doğuracağına kadınlar karar verir” ifadelerini kullandı.
MA / Hamdullah Yağız Kesen