Bayındır: Öcalan, çağrısıyla 1 yıla bir tarihi sığdırdı

AMED - Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'yla "1 yıla bir tarihi sığdırdığını" söyleyen DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, "Dört elle bu mücadeleye sarılırsak, hayal ettiğimiz bir ülkeyi kurabilmek uzak değil" dedi. 
 
Ortadoğu coğrafyası, 2025 yılını da savaş ve çatışmaların gölgesinde geçirdi. Takvimler ilerlese de acılar hep aynı kaldı; barışın sustuğu, silahların konuştuğu bir yıl oldu. Savaş ve çatışmaların yanı sıra tarihi gelişmelerin yaşandığı bir yıl da oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'yla birlikte uzun yıllardır devam eden çatışmalı süreç yerini diyalog ve müzakereye bıraktı. 
 
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, yıla damgasını vuran çağrıyı ve etrafında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.
 
2025 yılında önemli bir çağrı yapıldı ve PKK kendisini feshetti. Bu çağrı ve sonrasında yaşanan gelişmeler nasıl bir etki yarattı?
 
Sayın Öcalan 27 Şubat tarihli çağrısıyla 1 yıla bir tarihi sığdırdı diyebiliriz. Kürt hareketinin mücadele yönteminde değişikliğe uğraması bakımından tarihi bir yılı geride bıraktığımızı ifade edebiliriz. Sayın Öcalan, tarihte hiç kimsenin cesaret edemeyeceği bir inisiyatifle 27 Şubat’ta bir çağrı yaptı. Bu çağrı, Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu ve dünyanın tamamında ciddi yankı uyandırdı. Hem bölgede hem dünyada Kürt sorununun demokratik çözümünü isteyen, bu konuda mücadele eden insanlar açısından ciddi anlamda bir heyecan yarattı. Fakat savaşta ısrar eden, çatışma ve çözümsüzlükte ısrar eden kesimler açısından da şok etkisi yarattı. Bu kesimler hala bu iddiadan vazgeçmiş değil. Bu süreci çatışmalı ortama çevirmek için tüm gücüyle çabalıyor. Sayın Öcalan, PKK’nin feshi ve çağrısıyla, yıllardır devleti, siyaseti, ekonomiyi ve tüm toplumun enerjisini elinde bulunduran bu kesimlerin argümanını da ellerinden aldı. Kürt halkı ve Türkiye’de çözüm için mücadele eden kesimler için de önemli bir zamandan geçtik. Bu anlamıyla topluma ciddi sorumluluklar düşüyor. 
 
Sürecin sahiplenilmesinin yanı sıra kimi kaygılar da var. Sürekli sahada olan bir siyasetçi olarak, bu çağrının topluma yansımalarına dair neler söylersiniz?
 
Kürt halkı ve Türkiye’deki halkların demokratik çözüm ve barış meselesinde geçmişten bugüne Sayın Öcalan’a sonsuz bir güveni ve desteği söz konusu. 2025 Newrozları, eylem, miting ve yürüyüşlerimizin geçmiş yıllara oranla artmasıyla halkın Sayın Öcalan’ın çağrısına, yol haritasına, perspektifine ne kadar inandığını ve güvendiğini gördük. Toplumun ve halkların Sayın Öcalan’ın bu çözümüne dair ciddi güveni söz konusu. Sayın Öcalan’ın Kürt meselesinin çözümüne dair yaklaşımı, bu meselenin silah ve çatışmayla olmaması gerektiği düşüncesi yeni bir düşünce değil. 93’ten günümüze kadar kesintisiz bir şekilde her fırsatta demokratik çözüm için değerlendirme yapan Öcalan gerçekliği söz konusu. Toplum bu hafızaya çok hakim. Fakat bugüne kadar bu çözüm çabaları iktidarlar ve devlet tarafından sabote edildi. Çözüm olasılıklarını bertaraf etme bakımından en deneyimli iktidarın da AKP iktidarı olduğunu toplum çok iyi biliyor. Toplum şöyle bir ikilemi sürekli zihninde canlı tutuyor diyebiliriz; Sayın Öcalan’ın inisiyatifine, çözüm gücüne yüksek düzeyde değer biçiyor. Devlet ve iktidarın bu meseleyi ele alma biçimine, yaklaşımına ilişkin de ciddi anlamda güvensizlik ve tedirginlik hissediyor. 
 
İktidarın sürece yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
27 Şubat çağrısı sonrası hareket (PKK) 1 Mart’ta ateşkes ilan etti. 5-7 Mayıs’ta kongreyi toplayıp, PKK’nin çalışma ve faaliyetlerini sonlandırdığını ifade etti. 11 Temmuz’da silah yakma töreni gerçekleştirdi. Dünyaya "Sayın Öcalan’ın geliştirmiş olduğu çözüm denklemini biz tüm gücümüzle, varlığımızla destekliyoruz" dedi. Akabinde Ekim ayında Türkiye’den silahlı güçlerini çekti. Bütün dünyanın güçleri bir araya gelse böylesi adımları attıramayacağı bir denklemde, Sayın Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi böylesi tarihi adımları üst üste attı. 
 
Bu pozitif destek sürecine iktidardan ve devletten katkı görmüyoruz. Bu tutumda ısrar etmesi, ketum bir pozisyon takınması toplumun tedirginliğini canlı tutuyor. 
 
Buna yönelik iktidar ve devlet kanadından elbette ki kimi değerlendirmeler oldu. Çözüm niyetine yönelik sözlü olarak ifadeler oldu. Fakat eski yaklaşımında, zihniyetinden neredeyse hiçbir şekilde geri adım atmadan, eski zihniyetle bu süreci buraya kadar getirdi. Bu topluma da yansıyor. Bugün hem Türkiye toplumunda hem Kürt halkında anketler yapılıyor, sürece destek neredeyse yüzde 80. Bu oranın yükselmesinde kim inisiyatif aldı, kim sorumluluk aldı derseniz, Sayın Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi aldı. Bu pozitif destek sürecine iktidardan ve devletten katkı görmüyoruz. Hükümetin ve devletin bu tutumunda ısrar etmesi, ketum bir pozisyon takınması, ateşi maşayla tutmaya çalışan pozisyonda olması toplumun tedirginliğini canlı tutuyor. Hükümet ve iktidar istediği zaman istediği şekilde bu süreci tek taraflı olarak bitirebilir, sabote edebilir ve eskiden olduğu gibi tekrardan savaş ve çatışmalı sürece dönebilir. Ancak halkın ve toplumun oynayacağı rol çok önemli. Bu sürecin ana sigortası halkın kendisidir. Toplumun, kendisini güç görmeye başladığı, bu sürecin ilerleyebilmesi için çabaladığı bir süreci görüyoruz. 
 
Abdullah Öcalan, yaptığı görüşmelerde 3 temel kavrama işaret ediyor; Demokratik Toplum, Barış ve Demokratik Entegrasyon. Sürecin selameti için bu kavramlar neden hayati? 
 
50 yıllık savaş toplumu ciddi anlamda öz değerlerinden uzaklaştırdı. Halkların birbirine yaklaşımında, birbirine tahammül etme süreçlerinde tahribatlar gerçekleştirdi. Bu nedenle çözümün nasıl bir programa kavuşturacağı Sayın Öcalan tarafından çok önemsenen bir gerçeklik. Elbette bütün dünya çatışma deneyimlerine baktığımızda, silahlı mücadelenin sonlanması ya da devlet ve özgürlük hareketlerinin anlaşması meseleleri tamamen ortadan kaldırmıyor. Bu nedenle Sayın Öcalan’ın ifade ettiği barış yasaları, demokratik entegrasyon meselesi ve bütüncül hukuk kavramlarının hayata geçmesi tarihi ve önemli bir yerde duruyor. 
 
Bütüncül hukuk çerçevesinde toplumun her yönüyle kendisini güvencede hissedebileceği bir toplumsal sözleşme olmalı. Sayın Öcalan, bütüncül hukuku ifade ederken, kendi geleceğine karar verebileceği, söz sahibi olabileceği bir gelecek ortaya koyuyor. Toplumun kendi öz örgütlülüğüne dayandığı, devletin organizasyonuna dayanmadığı, kendi düşünsel ve fikirsel dünyasıyla kendisini örgütleyebileceği, yaşamına büyük oranda karar verebileceği bir sistemi ön görüyor. Bunların hayata geçmesi için bazı öncelikli adımlar var. İlk etapta barış yasaları ve bütüncül hukuk olarak ifade ettiği yasal ve anayasal değişiklikleri birbirini tamamlayacak şekilde güvenceye kavuşturulmasıdır. Bunlar çözümün güvencesi, sigortası ve halkların nasıl bir arada yaşayabileceğini, nasıl kendini güvencede hissedebileceği bir gelecek projesidir. Bir toplumsal sözleşme olarak ifade etmek mümkün. 
 
Meclis komisyonu çalışmalarını sürdürüyor, raporlar sunuldu. Bu kapsamda ne gibi yasal düzenlemelere ihtiyaç var? 
 
40 yıl önceki yasaları çağrıştıran raporlar söz konusu. Bu zihniyetle barış yasalarının çıkabilmesi çok mümkün görünmüyor. Bu zihniyeti terk etmek gerekiyor. 
 
Demokratik siyaset kanallarının açılabilmesi bağlamında Sayın Öcalan’ın tarif ettiği gibi barış yasaları bu sürecin en önemli adımıdır. Fakat gerek iktidar gerek siyasi partilerin komisyona sunduğu raporlara baktığımızda hala 40 yıl önceki "eve dönüş", "pişmanlık" ve "itirafçılık" gibi yasaları çağrıştıran raporlar söz konusu. Dolayısıyla bu zihniyetle, yaklaşımla barış yasalarının çıkabilmesi çok mümkün görünmüyor. Bu anlamıyla siyasi partilerden, hükümetten daha cesur, radikal ve işin çözümüne yönelik hukuki adımlar atmasını bekliyoruz. Bu hala geç değil. Evet raporlara yansımadı ve bu ciddi anlamda bizim tepkimizi çeken bir durum. Kabul etmediğimiz ve etmeyeceğimiz bir durumdur. Özgürlük mücadelesi yürüten bireylerin onurlu, özgür bir şekilde demokratik siyasete katılabilmesi, bu konuda herhangi bir yargılamaya veya soruşturmaya mahal vermeden, meseleyi bir yenme ve yenilgi meselesine dönüştürmeden, toplumsal çözümü ve demokratik çözümü esas alacak şekilde yasal adımlar oluşturulmalıdır. Barış yasaları ancak böyle oluşturulabilir. Aksi taktirde 91’den bu yana farklı şekillerde tekrar eden "pişmanlık" ve "eve dönüş" yasalarını çağrıştıracak yaklaşımların bu sürecin ilerlemesi bakımından herhangi bir karşılığının olmadığının bilinmesi gerekir. Nitekim buna dair en somut veriler bugün devletin ve hükümetin elinde. Bu zihniyeti terk edilip, hakiki ve sahici çözüm için yasal adımların atılması gerektiğine inanıyoruz. 
 
* Barış ve Demokratik Toplum Süreci'nde öne çıkan konulardan birisi de Kürtler arası demokratik birlikti. Bu noktada kimi görüşmeler de yapıldı. İlerleme sağlandı mı yoksa? 
 
Kürtlerin demokratik ulusal birliğine ilişkin toplumda ciddi anlamda bir heyecan söz konusu. Belki ilk defa olmasa da uzun yıllar sonra Kürtler bu anlamıyla kendi bölgelerinde demokratik çözümü, demokratik ulusal birliği sağlayabilecek. Bunun koşullarının da uygun olduğunu, mümkün olduğunu gören, bilen bir yerden hareket ediyorlar. Bu anlamıyla siyasi hareketler, örgütler, partiler, Sayın Öcalan’ın geliştirmiş olduğu bu sürece dair tutumlarıyla şimdiye kadar pozitif katkılar sundu. Bu süreç, Kürtlerin demokratik ulusal birliğinin geleceği açısından önemli bir nokta. Fakat kat etmemiz gereken çok mesafe var. Somutlaşması gereken birçok meselenin olduğunu da bilmek lazım. 
 
Kürdistan’ın dört parçasında, Avrupa’da, diasporada yaşayan Kürtlerle temas kurduğumuzda hangi fikre, hangi siyasi partiye bağlı olursa olsun Kürtlerin içerisinde böylesi bir demokratik birlik özlemi söz konusu. Fakat bunun nasıl olacağı ve somutlaşacağına dair ciddi anlamda bir kafa karışıklığı var. Çözüm önerilerine dair ciddi anlamda bir zayıflık var. Tabii Sayın Öcalan bu zayıflığı görerek, sürekli Kürtlerin demokratik ulusal birliğinin somutlaşması gerektiğine dair öneriler sunuyor. 2013-2015 sürecinde dört parçada yaşayan Kürtler, bir çatı altında bir araya gelerek, dil, kültür, diplomasi, hukuk komiteleri aracılığıyla yaşadıkları ülkelerde geleceklerine dair önemli ve hayati kararlar alınabileceğini ifade ediyordu. Bu hakikat bu dönem açısından da geçerli. Sayın Öcalan'ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yaptıktan sonraki ilk değerlendirmesi demokratik Kürt ulusal birliğine ilişkindi. Bizler de bunun hayata geçmesi için çabalıyoruz. Fakat şu ana kadar demokratik bir ulusal kongreye ilişkin bir yol haritamız, somuta kavuşturduğumuz bir durum söz konusu değil. Bu bizim en büyük handikabımız ve halkımıza özeleştirimiz. 
 
Yakın bir dönemde Kuzey ve Doğu Suriye'de önemli bir konferans yapıldı, sonrasında Demokratik Birlik İnisiyatifi kuruldu. Bu çalışmalar birliğe ne gibi katkı sunuyor? 
 
Qamişlo’da gerçekleşen konferans, hemen akabinde Demokratik Birlik İnisiyatifi... Elbette ki bunların hepsini ulusal kongreye giden sürecin önemli kilometre taşları olarak ifade etmek mümkün. Her parçanın kendi içerisinde demokratik ulusal birliğini sağlayıp, bu dinamiklerle Demokratik Ulusal Kongre sürecine gitmeye yönelik bir hazırlık var. Fikri, zihni, teorik, siyasal ve politik program çıkarılmaya çalışılıyor. Sürecin ilerlemesiyle beraber bu sürecin de ciddi anlamda bir ivme kazanabileceğini öngörüyoruz. Buna ilişkin de hazırlıklarımız, çalışmalarımız ve diplomatik temaslarımız söz konusu. Rojava, Başur Kürdistan, Avrupa, yine Kafkasya’daki Kürt örgütleri ve halkımızla bu süreci tartışan, bunu bir yol haritasına kavuşturmayı hedefleyen bir şekilde hareket ediyoruz. 
 
Koşullar uygun hale gelirse bütün bu kongreleri bir araya getirip, Demokratik Ulusal Kongreyi tartışabileceği merkezi bir Kürdistan Konferansı’nı hedefliyoruz. 
 
Rojava, Kürdistan’ın en küçük parçası olmasına rağmen bugün Kürtlerin geleceğini belirlemede önemli bir yerde duruyor. Burada böylesi bir konferansın gerçekleşmesi bütün Kürtler üzerinde pozitif sinerji yarattı. Savaş, ambargo ve kuşatma altında olan bir yerin böylesi bir amacının olması bütün dünyadaki Kürtlerin dikkatini çekti. Kürt birliğine giden bir meşale olduğunu söyleyebiliriz. Bu moralle Bakur’da da Demokratik Birlik İnisiyatifi oluşturuldu, çalışmaları sürüyor. Şartlar ve koşullar uygun hale gelirse bütün bu kongreleri bir araya getirip, Demokratik Ulusal Kongreyi tartışabileceği merkezi bir Kürdistan Konferansı’nı hedefliyoruz. Bunun alt zeminini hazırlıyoruz.
 
Kuzey ve Doğu Suriye'nin durumu bu süreçte kritik bir noktada. Türkiye'deki yetkililer de sık sık burayı hedef alan açıklamalar yapıyor. Bu politika süreci nasıl etkiliyor, sahadaki gerçeklikle ne kadar örtüşüyor? 
 
Türkiye’nin bugüne kadar özellikle Rojava ve Suriye’de oynadığı rolün yapıcı ve pozitif olduğunu söyleyemeyiz. Rojava yönetiminin kendi yapısını koruyarak Şam’la entegre olma çabasına yönelik müdahale edici bir pozisyonda. Özellikle Hakan Fidan’ın bu konudaki rolü belirleyici. Devletin Kürtlere yönelik bakış açısında önemli bir değişikliğin olmadığını ifade edebilirim. Kürtlerin kazanımlarına yönelik sürekli engelleyici, tasfiye edici ve dağıtıcı rol oynamak istediğini görmek mümkün. Türkiye, kendisinin anladığı bir biçimde Suriye’yi inşa etmeye çalışıyor. Bir mezhebe dayalı, bunun dışında kalan halklar, inançlar ve kesimlerin devre dışı kaldığı, yasal ve anayasal statüsünün ve geleceğinin söz sahibi olmadığı bir Suriye geleceğini tasavvur ediyor. Fakat Türkiye’nin bu politikasının hayat bulması çok mümkün görünmüyor. 64 yıllık Baas rejimi zaten bu politikayı denedi. Dolayısıyla Türkiye'nin tekrardan böylesi bir süreci inşa etmeye çalışması beyhude bir çalışmadır. En mantıklı ve gerçekçi çözüm, merkezi olmayan bir Suriye yönetimidir. Özerk ve federatif yapıların olduğu, halkların ve inançların toplumsal sözleşmeye ve anayasal sözleşmeye bağlı olarak kendisini var kıldığı, bütünlüğünü koruduğu bir demokratik Suriye gerçekliğidir. Bölgesel ve küresel denklemde en hakiki çözüm bugün Rojava Özerk Yönetimi’nin ortaya koymuş olduğu politikalarda yatar. Türkiye’nin daha barışçıl, daha pozitif ve süreci ilerletebilecek bir pozisyonda olması gerektiğini ifade ediyoruz. 
 
Bu politikada ısrarın sonuçları ne olur? 
 
Türkiye hem Demokratik Toplum ve Barış Süreci’ni ilerlemesi hem de Suriye meselesinin demokratik çözümünü istiyorsa, oynaması gereken ve oynayacağı rol temel olarak bu esaslar (pozitif rol) üzerinden olmalıdır. Çözümsüzlük hem buradaki süreci sabote etme potansiyeli taşır hem buradaki süreci tıkatma riski barındırır. Bugüne kadar beslenip, büyütülen Kürt düşmanlığı bugün Suriye politikasında sürekli kendini canlı tutar. Bu ırkçılığı, milliyetçiliğin, saldırgan politikasından vazgeçilmek isteniyorsa başta Suriye ve Özerk Yönetime yönelik politikasında yapıcı ve pozitif bir rol oynanmalı. 
 
Yıl içerisinde ana muhalefetin sürece dönük tutumu da çokça tartışıldı ve eleştirildi. Ana muhalefet bu sürece nasıl katkı sunabilir? 
 
CHP’nin İmralı’yla görüşmeye üye vermemesi, Kürt meselesine yaklaşımı açısından önemli bir belirleyen olarak durdu. Kürtler, CHP’nin bu tutumunu ve Kürt meselesine yaklaşımını, Sayın Öcalan’a yönelik almış olduğu bu pozisyonu asla unutmaz. Ancak CHP’nin geçmişten günümüze Kürt meselesine ilişkin yaklaşımında bir farklılık gözetmek mümkün değil. CHP içerisinde Kürt meselesinin çözümüne dair ciddi bir tartışmanın çok nitelikli ve derinlikli ele alınıp, yürütüldüğünü söyleyemeyiz. Bu meselesinin çözümünde inisiyatif alıp önemli bir aktörü haline gelebilecekken, ulusalcı kesimin CHP’nin temel politikalarına hakim olduğunu ve belirleyen olduğunu görüyoruz. Bu bizim kabul ettiğimiz veya kabul edebileceğimiz bir durum değil. Elbette ki bu eleştirilerimizle birlikte CHP’yi yapıcı bir pozisyonda bu sorunun çözümünde yer alması gerektiğini de düşünüyoruz. 
 
Kürt sorununun demokratik çözümü bu kadar önemli ve tarihi bir noktaya gelmişken, CHP gibi bir partinin daha cesur adımlar, aynı zamanda özeleştirel yaklaşımlarla bu sürecin sahiplenicisi bir pozisyonda olmasını bekliyoruz. Bu süreci AKP-MHP’nin inisiyatifine ve konjektörüne bırakmak hem bu meseleye yaklaşımda ciddi bir haksızlığı ortaya koyar hem de CHP’nin de içerisindeki Kürt düşmanlığı ve bu meselenin çözümsüzlüğünü isteyen bu damarın da sürekli canlı ve etkin olmasını beraberinde getirir. 
 
Bu anlamıyla CHP’ye yönelik pozitif eleştirilerimiz devam edecek. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in sürekli bu meseleye dair açıklamaları söz konusu. Fakat iyi niyet göstergesinin ötesine geçen politikası söz konusu değil. Bu temel olarak eleştirdiğimiz bir durum. 
 
İkinci bir temel nokta; Meclis Komisyonu’na sunduğu raporunda Kürt meselesinin esasına dayalı herhangi bir çözüm ibaresinin olmadığını, Kürt sorununu doğuran temel meselelere dair herhangi bir çözümün olmadığını açık şekilde gördük. Nitekim bunun eleştirisini de yaptık, yapıyoruz. Fakat yolun sonuna gelmiş değiliz. Bu anlamıyla başta CHP olmak üzere, özellikle Meclis çatısı altında bulunan bütün muhalefet partileri, bu kadar tarihi, yakıcı ve her kesimi ilgilendiren böylesi bir meseleye karşı daha ciddi, samimi, yapıcı, pozitif ve cesur bir şekilde rol almalı. Aksi takdirde böylesi tarihi fırsatı kaçırdığımızda bunun sorumluluğunu halklar değil, bunun en önemli faturasını bugün Meclis çatısı altında faaliyet yürüten siyasi partiler ödeyecek. 
 
DBP olarak sürecin toplumsallaşması noktasında ne gibi planlamalarınız var? 
 
Çok tarihi ve önemli bir mitinge hazırlanıyoruz. 4 Ocak “Umut ve Özgürlük” mitingi. Bu sürecin mimarı, müzakerecisi ve muhatabı olan Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının oluşması için 4 Ocak’ta bizim de içerisinde olduğumuz Amed’de büyük bir miting düzenleyeceğiz. "Ne gerek var böylesi süreçler" gibi değerlendirmeler ve haksız eleştiriler geliştiriyor. Fakat unuttukları şöyle bir gerçeklik var; Sayın Öcalan bu koşullarda ve şartlarda bu süreci tarihi noktaya kadar getirdi. Dolayısıyla bu sürecin başarıya ulaşabilmesi için en önemli noktalardan biri Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının yaratılmasıdır. Bu anlamıyla "umut ilkesi"ne bağlı olarak Sayın Öcalan’ın mutlak suretle özgür koşullarının yaratılması gerek. Böylesi bir durum gerçekleştiği takdirde gerek hükümet, gerek devlet, gerekse Kürt siyasi hareketi açısından bu meselenin nihai çözümünde herhangi bir geri dönüş, geri adım olmayacaktır. Fakat hala Sayın Öcalan ile görüşmeler sınırlı. Hala ciddi anlamda bir abluka ve tecrit gerçekliği söz konusu. 
 
2025'teki tempoyu 2026'da yükseltmeyi hedefliyoruz. 4 Ocak'ta Amed'de büyük bir miting düzenleyeceğiz.  Bu miting çok tarihi ve önemli. 
 
DBP olarak bu süreçte Türkiye ve Kürdistan’da STÖ’lerle, halkımızla çok ciddi yürüyüşler, eylemler gerçekleştirdik. 2026 yılının da ilk günlerinde barış, demokrasi, özgürlük isteyen ve bu sürecin hakikaten sonuca ermesini isteyen herkesin katılımıyla sahada olacağız. Hem süreci anlatacağız hem de halklarımızı bu sürecin güvencesi haline getirmeyi hedefliyoruz. 2025 yılı böylesi bir tempoyla geçti. ‘Umut ve Özgürlük’ mitingiyle 2026’da bu tempoyu yükseltmeyi hedefliyoruz. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü olmak üzere Kürt sorunun demokratik çözümü, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin önemli aşamalar kaydettiği ve Türkiye’deki tüm kesimlerin bu sürece büyük bir umutla sarıldığı bir yılı karşılamayı hedefliyoruz. Biz de tüm gücümüzle ve inancımızla bu sürecin parçası olacak, sürece öncülük etmeye çalışacağız. 
 
Yeni yılda Kürtleri ve dostlarını ne bekliyor? 
 
Bu süreç bize çok ciddi yükümlülükler ve sorumluluklar yüklemekte. Uzun yıllara dayanan mücadelemiz önemli bir aşama, mesafe kaydetti. Bugün artık Kürt sorununun demokratik çözümü, ülkenin yüzyıllık temel meselelerinin çözümüne ilişkin ciddi bir raddeye gelindi. Dört elle bu mücadeleye sarılırsak, örgütlülüğümüzü ve mücadelemizi alanlara taşırsak, hayal ettiğimiz bir ülkeyi kurabilmek, inşa edebilmek uzak değil. Bu bizim elimizde. Yeter ki biz bu anlamıyla kendimize, halkımıza güvenelim. Bugüne kadar bu anlamıyla çok bedel verdik, mücadele ettik, direndik ve bugüne kadar getirdik. Bundan sonrası artık bunu barışla, özgürlüklerle taçlandırma sürecidir. Belki 2026’yı bu şekilde ifade etmek, ele almakta yarar var. Ortak geleceğimize yoğunlaşırsak 2026’ın Kürt sorunun demokratik çözümü, Sayın Öcalan’ın özgür koşullarının yaratıldığı tarihi bir yıl olabileceğini düşünüyorum. Herkesi bu inançla, bu katılımla ve bu moralle mücadeleye, direnmeye ve kendini göstermeye davet ediyorum.
 
MA / Müjdat Can - Fethi Balaman

Diğer başlıklar

30/12/2025
09:17 Bayındır: Öcalan, çağrısıyla 1 yıla bir tarihi sığdırdı
09:07 2025'te siyasetin gündemine 'süreç' damgasını vurdu
29/12/2025
09:26 Abdullah Öcalan'ın avukatı: Çözümün aktörlerinin önü açılmalı
09:07 Sağlıkta 2025: Sorunlar daha da derinleşti
28/12/2025
09:02 HDK Eşsözcüsü Kenanoğlu: Abdullah Öcalan’a yaklaşım Kürtlere yaklaşımı belirler
09:01 Boyun eğmediler, direnişlere öncü oldular
27/12/2025
09:03 2026’da kadın mücadelesi ve örgütlülüğü daha da güçlenecek
09:00 Zam, enflasyon, yoksulluk: Türkiye 2026’ya ekonomik çöküşle giriyor
26/12/2025
09:01 İnsan hakları ve yargı açısından garabet bir yıl geride kaldı
09:00 Avrupa yıl boyunca Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü haykırdı
25/12/2025
09:02 İran ve Rojhilat'ta 2025: Tarihi bir kırılma yılı oldu
24/12/2025
09:49 Suriye belirsizlikle 2026 yılını karşılıyor
23/12/2025
09:16 Irak ve Kürdistan hükümetinin bir yılı: Toplumda çoklu çöküş
22/12/2025
09:04 Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu 2025’e yön verdi
21/12/2025
09:24 Siyasi ve hukuki adımın beklendiği süreç içerisinde ne oldu, kim ne dedi?
20/12/2025
10:10 Ortadoğu’da 2025: Değişen güç dengeleri
19/12/2025
09:53 2025: Küresel güç dengeleri değişti, yeniden mevzilenme başladı
18/12/2025
09:00 Kadınlar 2025’ten 2026’ya mücadeleyi devrediyor
17/12/2025
09:01 Kültür rüzgarının estiği bir yılda Kürtçe için statü çağrısı büyüdü
16/12/2025
09:02 2025 Ekoloji Karnesi: Dünya yok oluşa gidiyor