ANKARA - Her türlü şiddetin, yozlaşmanın ve çürümenin panzehrinin demokrasi, hukuk ve barış olduğunu belirten tutsak siyasetçi Nazmi Gür, “Kardeşleşmek ancak kardeşlik hukukunun yaşatılmasıyla mümkündür” dedi.
DAİŞ’in 2014 yılında Kobane’ye dönük işgal saldırılarına karşı başlatılan protesto eylemleri gerekçe gösterilerek açılan ve kamuoyunda “Kobanê Davası” olarak bilinen dava, Türkiye siyasetinin son yıllardaki en kritik yargı süreçlerinden biri olarak öne çıkıyor.
DAİŞ’in saldırılarına karşı başlayan ve tarihe "6-8 Ekim Kobanê Serhildanı" olarak geçen eylemler sırasında 50’yi aşkın kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı. Ağır hak ihlalleriyle sonuçlanan eylemler, 7 yıl sonra ise Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) yürütmesinde yer alan siyasetçilere dava olarak döndü. HDP’nin o tarihteki eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu 108 siyasetçi, "Halkı sokağa döktükleri" iddiasıyla "Ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bölmek" suçlamasıyla yargılandı. 26 Nisan 2021 tarihinde başlayan dava, 15 Mayıs 2024’te sona erdi ve 24 siyasetçiye toplamda 407 yıl 7 ay hapis cezası verildi. Selahattin Demirtaş çeşitli suçlardan 42 yıl; Figen Yüksekdağ ise 32 yıl 9 ay hapis cezası aldı. İki siyasetçi için de tutukluluğun devamına karar verildi. Yaşamını yitiren DEM Parti Meclis Başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder, eski HDP'li siyasetçiler Altan Tan, Ayhan Bilgen, Aysel Tuğluk, Bircan Yorulmaz, Gülser Yıldırım, İbrahim Binici, Can Memiş, Gülfer Akkaya, Berfin Özgü Köse, Emine Beyza Üstün, Sibel Akdeniz'in tüm suçlardan beraatına karar verildi.
KAMUOYUNDA HUKUKSUZLUK TARTIŞILDI
Kamuoyunda büyük yankı uyandıran davanın hukuki değil siyasi saiklerle yürütüldüğü ve adil yargılanma ilkesine aykırı olduğu tartışmalarına yol açtı. Yargılama süreci boyunca yüzlerce duruşma yapıldı, binlerce sayfalık iddianame ve ek klasörler tartışıldı. Savcılığın, HDP MYK’sının 6 Ekim 2014’te yaptığı bir sosyal medya paylaşımını “suç çağrısı” olarak nitelendirmesi üzerine şekillenen dava, HDP’nin siyasal çizgisine ve muhalefet kapasitesine yönelik topyekun bir tasfiye girişimi olarak yorumlandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş kararlarına rağmen siyasetçilerin tutukluluğunun sürdürülmesi, yargının bağımsızlığına ilişkin tartışmaları derinleştirdi. Karar duruşmalarında verilen ağır hapis cezaları, Kürt siyasetinin siyasal temsil alanına dönük kapsamlı bir müdahale olarak değerlendirildi.
Davada 22 yıl 6 ay hapis cezası ve tutukluluğunun devamına karar verilen siyasetçi Nazmi Gür, tutsaklığının 5’inci yılına girerken Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirmelerde bulundu.
DÜNYA TANIKLIK ETTİ
Tutsaklığının 5’inci yılına dair, “Artık deyim yerindeyse kitaplara sığındık” diyerek sözlerine başlayan Gür, özellikle dünyadaki barış deneyimleri ve çalışmaları üzerine okumalara da başlayacağını belirterek, bu konuda birkaç makale yazacağı bilgisini paylaştı.
Yargılamayı “hukuksuzluk ve siyasi intikam davası” olarak niteleyen Gür, “Özel bir mahkemede adil olmayan bir yargılama süreci yaşadık. Bütün dünya bu hukuksuzluğa tanıklık etti” dedi. Davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) üç kez döndüğünü hatırlatan Gür, “AİHM’de 46 yargıç var, biri de Türk. Garip olan, bu yargıçlardan Türk olanın Demirtaş kararına sunduğu muhalefet şerhidir. Bu şerhte ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ikincil hukuk niteliği taşıdığı’ ve davanın yerel mahkemede derdest olduğu gerekçesiyle Demirtaş’ın üçüncü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına katılınmadığı beyan edildi. Biz bu ‘ikincil hukuk’ kavramını çok iyi biliyoruz; en çok Mehmet Uçum kullanıyor. Mehmet Uçum’un anayasacılık anlayışına uygun görülen bu argümanın Türkçesi şudur: ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymayacağız” ifadelerini kullandı.
İSTİNAF AŞAMASI SÜRÜYOR
Demirtaş’ın tutukluluğuna ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) uzun süre karar vermemesine dikkat çeken Gür, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu gecikme ve etkisizliği, ‘etkili iç hukuk yolunun bulunmadığı’ tespitiyle karara bağladı; Türkiye’yi ihlalden mahkum etti. Bu tespit Kobane kumpas davası açısından son derece önemlidir” diye belirtti. Gür, kendi dosyaları bakımından izlenecek yolu ise şöyle özetledi: “Bizler yönünden Anayasa Mahkemesi süreci bitti; tutukluluğa ilişkin iç hukuk yolları tükendiği için başvurularımızı yaparak dosyayı Strasbourg’a yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdık. Dosyanın esasına ilişkin süreçte ise İstinaf aşaması başladı ve devam ediyor. Esas yönünden değerlendirmeyi, yani dosyanın özünü daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacağız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş kararında yaptığı ‘etkili iç hukuk yolu yok’ tespiti, Kobane kumpas davasını esas bakımından Strasbourg’a götürmemizin önünü açıyor. Avukatlarımızı, baroları, bu alanda çalışan akademisyenleri ve hukukçuları bu konuyu tartışmaya çağırıyorum. Bence Demirtaş kararının en önemli kısmı tam da bu argümandır.” Yalnızca Kobanê dosyasıyla sınırlı kalınmaması gerektiğini vurgulayan Gür, “Etkili iç hukuk yolları kalmadığı gerekçesiyle hakları ihlal edilen herkes, tıpkı 1990’lı yıllardaki gibi doğrudan AİHM’e başvurmalıdır” çağrısı yaptı.
‘HUKUKSUZ TAKTİKLERLE TUTUKLULUK’
Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nin yayımladığı gerekçeli kararı “hukuk skandalı” olarak niteleyen Gür, şu değerlendirmelerde bulundu: “Mahkeme bir yılı aşkın bir sürede bu gerekçeyi yazdığını iddia ediyor. Oysa metnin neredeyse yüzde 90’ı kopyala-yapıştır yöntemiyle oluşturulmuş. Geriye kalan küçük bir bölüm için koca mahkeme bir yıldan fazla zaman harcamış. Tutukluluğumuzun devamı ve kalıcı olması için hukuksuz bir uygulama taktiği izlendi. Bunu yargılama sürecimize adeta nazire yapar gibi yürüttüler ve bunu kendileri de itiraf ettiler.”
MÜŞTEKİ ÇIKMAZI: DİYANET, ET VE BALIK KURUMU
Davadaki müşteki sayısı ve müdahil kurumlara dikkat çeken Gür, “Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde binlerce müşteki var; devlet kurumlarının tamamına yakını bu dosyada taraf oldu. Hiç unutamayacağım iki kurum var: Diyanet İşleri Başkanlığı ile Et ve Balık Kurumu. Diyanet İşleri Başkanlığı, mahkemeye sunduğu fetvayla bizleri ve halkımızı ‘sapkın’ ilan etti; cezalandırılmamızı istedi. Et ve Balık Kurumu’nun asıl görevi halka ucuz ve sağlıklı et sağlamak iken, bu kurumun neden bu dosyaya müdahil olduğu hala anlaşılamadı” diye belirtti.
‘DELİL YOK-İLLİYET YOK’
“Kumpas iddianamesindeki” suçlamaların çöktüğünü ifade eden Gür, “Hiçbir suçlama kanıtlanamadı, illiyet bağı kurulamadı, suça iştirak ettiğimize dair delil sağlanamadı, azmettirme iddiası çöktü ve sonuç olarak tüm bu suçlardan beraat ettik. Buna rağmen mahkeme, ‘boş geçmemek’ için Türk Ceza Kanunu’nun 302’nci maddesinin ikinci fıkrası, 39’uncu maddesinin birinci fıkrası ve 214’üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca toplam 22 buçuk yıl hapis cezası verdi. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay içtihatlarını yok sayan, keyfi ve siyasi bir kararla cezalandırıldık” dedi. Gür, dosyada “tek delil” olarak gösterilen hususu da şöyle anlattı: “Ellerindeki tek delil, 6 Ekim 2014 tarihinde Halkların Demokratik Partisi Merkez Yürütme Kurulu adına sosyal medya platformu Twitter üzerinden yapılan açıklamadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin üç kararında bu paylaşımın suç teşkil etmediği tespit edildi. Ancak mahkeme, tek bir fiil üzerinden iki ayrı ceza vererek Türk Ceza Kanunu’nun 44’üncü maddesini açıkça ihlal etti.”
‘HUKUKUN KIRINTILARI İŞLETİLİRSE DOSYA DÜŞER’
Mahkemenin gerekçesinde ideolojik tartışmalara girildiğini belirten Gür, “Gerekçeli kararda, ‘sokağa çağrının’ Fransız Devrimi’nin bir sonucu olduğu, Anadolu kültüründe ‘sokak’ kavramının farklı algılandığı gibi değerlendirmelerle sokağa çıkmanın ‘yanlışlığı’ kanıtlanmaya çalışıldı. Bu, siyasetin ve ideolojinin yargıya taşınmasıdır” dedi. Avukatlarının yoğun bir çalışma yürüttüğünü ve istinaf başvurularının yapıldığını hatırlatan Gür, “Bu dava beraatla bitecektir. Hem yargılama aşamasındaki vahim usul ihlalleri hem de esasa ilişkin akıl almaz ihlaller var. Hukukun kırıntıları bile işletilse istinaf aşamasında bu dosya düşer; bizler beraat ederiz. Hukuk ve yargı erkinin bir bütün olarak siyasal iktidarla bütünleştiği bu ülkede rehin tutulmamız, ülkenin barışına, demokrasisine ve hukukuna zarar vermektedir. Ülkeye hiçbir yararı olmadığı gibi, bizi içeride tutanlara da yaramamıştır” ifadelerini kullandı.
‘KARDEŞLEŞMEK TOPLUMSAL SÖZLEŞME İLE MÜMKÜN’
Türkiye’nin çıkış yolunu ise Gür, şu sözlerle tarif etti: “Güvenlikçi devlet anlayışı bir an önce terk edilmelidir. Her türlü şiddetin, yozlaşmanın ve çürümenin panzehiri demokrasi, hukuk ve barıştır. Toplumsal barışı sağlamanın yolu, radikal bir demokratik ve hukuksal dönüşümün başlamasından geçer. ‘Eski tas eski hamam’ anlayışı ya da ‘hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek’ zihniyeti ülkeye kaybettirmiştir. Demokratik topluma ve toplumsal barışa ancak bir zihniyet devrimiyle; otoriter devlet yönetim anlayışından demokratik ve katılımcı bir yönetime, demokratik cumhuriyete geçişle ulaşabiliriz. Bu nedenle Barış ve Demokratik Toplum Süreci tarihidir. ‘Kardeşleşmek’ ancak kardeşlik hukukunun yaşatılmasıyla mümkündür. Bunu demokratik bir toplumsal sözleşme ile yeni bir anayasa ile taçlandırabiliriz. Hiç kimsenin öteki sayılmadığı, eşit yurttaşlık temelinde katılımcı ve demokratik bir Türkiye mümkündür. Kadın özgürlüğünü ve eşitliğini esas alan ekolojik duyarlılığa sahip demokratik bir Türkiye mümkündür.”
MA / Fırat Can Arslan